Mesut Akdağ

Hayatın Telaşesindeki Durgunluk

Hayatın Telaşesindeki Durgunluk

Otobüs, hınca hınç, tıklım tıklım doluydu. Trafik, tamamen durmuştu. Yolcuların ise bir yerlere yetişmek için aceleleri vardı. Sabırsızlık, bütün bedenlerini sarmıştı. Sabırsızlıkları ve acelecilikleri ne yazık ki trafiğe takılmış otobüsün ağır aksak gitmesinden ve işlerine geç kalmak istememelerinden kaynaklanmaktadır.

Yolcular trafiğe tahammülsüzlüklerinden otobüsün gitmesi için ayaklarını itercesine bütün güçleriyle otobüsün tabanına basıyorlardı. Ellerini de tutundukları askılıkları sımsıkı tutarak ittiriyorlar izlenimini veriyorlardı.

“Hayat hızlıca akıp gidiyor. Dünya süratle dönüyor, günlerin hızına yetişilemiyor, yıllar ile ayları desen onlar da seri bir şekilde geçerek ömrümüzü tüketip geçiyorlar. Her şey böyle akıp giderken bir, durgun olan şu trafik. Hayatın telaşesinde her şey süratle akarken tek, durgun olan hatta duran trafik. Koşuşturma ve telaşenin içerisinde bize engel olan, bizi durduran, hızımızı yavaşlatan trafik.”

Hayıflanarak kendi kendine böyle düşünüyordu. Kabına sığmaz, çok hızlı her şeye anında yetişiyor, bütün işlerini göz kapayıp açıncaya kadar kısa bir sürede yapıyordu. Kendisini durgunlaştıran yalnız trafikti. O da trafikte sıkışmış olan otobüsün içinde sabırsızlıkla trafiğin açılmasını bekliyordu.

Diğer yolcular gibi bir an önce mesaisine yetişmek istiyordu. Yol, taşıt seline dönüşerek sıkışan trafikte ilerlemek imkânsız bir hal almıştı. Trafiğin içinde böyle sabırsız ve bıkkın bir haldeydi. Halbuki onun her zaman acelesi vardı. Daima bir yere yetişmesi gerekiyordu.

Şimdi trafiğe takılmış otobüsün içinde yolcularla sıkışık vaziyette hayatı durmuştu. Bir de üstüne üstelik ayakta idi. Oturanların hepsi birbiriyle sözleşmişler gibi hiç inen yoktu. Doğrusu ya, inen olsa da acaba kendisi oturabilecek miydi? Bu da ayrı bir problemdi. Trafiğin durgunluğu, otobüsün tıklım tıklım doluluğu her sabah devamlı olarak yaşanıyordu.

“Her gün aynı. Nedir çektiğim bu trafikten? Her gün aynı kâbus, aynı çile. Şu trafik çilesinden ne zaman kurtulacağım?” Böyle öfkeli öfkeli, kızgın kızgın kendi kendine söyleniyordu. “Hala bir araba sahibi olamadın. Hoş, araba sahibi olsan da bu trafikte nereye gideceksin ki? Araba sahibi olmamak daha iyi bu trafikte. Arabayı almak bir dert, bu trafikte kullanmak, park etmek ayrı bir dert. Şu hayatta her şey başlı başına bir dert.”

İçinden böyle dertli dertli düşünceleri zihninden geçirerek of ve pöflerle bir an önce ineceği durağın gelmesini bekliyordu. Otobüs ise duraklarda duruyor, inadına daha da yolcu alıyordu. Otobüs kalabalıklaştıkça kalabalıklaşıyor insanlar sıkışıyor, hal böyleyken dakikalar zaman süzgecinde takılmış gibi bir türlü vakit geçmiyordu.

Dünya hızlıca dönerken otobüsün tekerlekleri de aheste aheste ha döndüm ha dönüyorum dercesine dünyanın hızından çok çok yavaş dönüyordu. Zaman durgun, otobüsün içindeki yüzler durgun, yolcuların hiçbirinde mutluluk, sevinç belirtisi yok. Sabahın ilk saatlerinde uyku mahmurluğunu üzerlerinden atamamışlar.

Trafiğin durgunluğu yüzlerine, bedenlerine hislerine yansımış, donuk bir çehre, donmuş bir beden ve kas katı çekilmiş ruhlar. Geç kalmışlığının ve zamanın durgunluğunun bezginliğini yaşarken otobüsün durakta durduğunu hissetmedi bile.

Şoförün biraz yüksek sesle “Arkalara doğru ilerleyelim beyler. Boşlukları dolduralım. Binen yolculara yer açalım.” sesiyle irkildi ve kendine geldi. O da yolculara uyarak otobüsün arkalarına doğru ilerlemek istedi fakat bir iki adım anca atabildi.

Diğer yolcularla birlikte şoförün bu emrine itaat tevekkülü ile bir iki adım daha ilerledi. Biraz daha sıkıştılar. Yeni binen yolcular içerdekilerin aksine otobüse binmenin huzuru ve mutluluğu vardı.

Otobüs yeni yolcularını aldıktan sonra hareket etti. Biraz ilerledi ki birden ani bir sert frenle durdu. Tabii yolcular birdenbire otobüsün durmasıyla birbirlerinin üstüne çıktılar, iyice birbirlerine yaslandılar. Bu durum otobüste biraz daha yerin açılmasına vesile oldu.

Hani kasayı gelişi güzel meyvelerle doldurursun sonra kasayı şöyle kuvvetlice bir sallarsın. Kasa sallanınca kasadaki meyveler iyice yerleşir ve boşluk meydana gelir. İşte aynen sallanan kasa gibi otobüsün ani freni de insanların birbirlerine sımsıkı yanaşmaları ile sıkıştılar.

Ne gariptir ki, kendilerine bu güç durumu yaşatan şoföre hiçbir kızıma ve öfkelenme hali yerine tam bir kabullenmişlik hâkim. Otobüs şoförüne hiçbir şekilde sinirlenen ve sitem eden yok.

O da ani frenle sarsılır. Yanındaki ile çok şiddetli bir şekilde kucak kucağa çarpışırlar. Birbirlerine “Kusura bakmayın. Özür dilerim. Otobüs ani fren yaptı.” gibi nezaket ifadeleri kullandılar. Bu ani fren kendisine gelmesine sebep oldu. Etrafına, yolculara bakmaya, onları tahlil süzgeciyle incelemeye başladı.

Böylece insanların donuk yüzlerini, donmuş bedenlerini görüp onların da kendisi gibi bir ruh halinde olduklarının farkına vardı. Meğer, bir kendisi değilmiş bu trafiğin durgunluğuna sitemkâr olan. Şöyle, yavaş yavaş bütün simaları gözden geçirmeye başladı. Hepsi aynı vaziyette durgun, bir yere dalmış boşluğa bakar gibidirler.

Fakat, o boşluğa bakan gözlerin, o donuk çehrelerin ötesinde başka manalar, başka hayaller saklanmaktadır. Hepsinin içinde nice hikayeler gizlenmektedir. O bakışlardan ve duruşlardan kendi hayal dünyasında bir şeyler kurgulamaya başladı.

İlk önce göz göze, burun buruna olduğu adamdan başladı kurgulamaya. Duruşundan her ne kadar durgun olsa da içi içine sığmaz bir sevinç yaşadığını gördü. Onun hakkında hikayeler kurgulamaya başladı. “Ya yeni işe başlıyor, onun heyecanını, sevincini yaşıyor ya da sabah sabah eşinden aldığı haberle baba olacağının gururunu ve sevinci yaşıyor. Yok yok bunlar değil. Bugün büyük bir ihtimalle terfi alacak olmanın sevinci ve bastırılmaz bir heyecanı var.” daha buna benzer birçok düşünceler kurgular.

Adamı bırakıp sağ çaprazındaki saçlarını topuz yapmış, gözlerinde akşamdan kalma hafif bir sürme izleri olan orta yaşlı bir kadına gözleri takıldı. Takılmaması imkansızdı. O durgun, donuk çehre ve bedeni, kalbinin tam aksedişi sanki. Her ne kadar kendini ele vermek istemese de yüzündeki ve göz kenarlarındaki kırışıklıklar derin bir üzüntüsünün olduğunu gösteriyordu.

Onun hakkında da düşüncelere dalıp hikayeler kurgulamaya başladı. Şöyle bakılınca, rastgele özenip seçilmeden giyinmişe benziyordu. Anlaşılan evde ters giden bir şeyler olmuştu veya geç kalmanın acelesi ile böyle kendine çeki düzen vermeden de çıkmış olabilir ya da sabahın en erken saatinde acı bir telefonla uyanmış bir yakınının kaybını öğrenmiş, oraya gidiyor da olabilir. Daha böyle düşünceler kurgularken hayallerini bir anda dağıtarak kadının solundaki kadına dikkat kesildi.

Günün ilk ve en erken otobüsüne binmesine rağmen çok erken kalkmış olacak ki tam bir makyajdan boya kutusuna dönmüş. Ressamın tüm renkleri kullandığı bir tabloyu andırıyor sanki. Ne kadar makyaj varsa yüzüne, yanaklarına, gözlerine her yerine makyaj yapmış. Yüzünün donukluğunun arkasında büyük bir sevincin yanında durdurulamaz bir sabırsızlık, önüne geçilemez bir heyecan ve sonsuz bir umutla bekleyiş hâkim. Herhalde çok önemli bir randevusu olsa gerek.

Yok yok canım bir randevu için bu kadar makyaj yapmış ve bu kadar şık giyinmiş olamaz. Belli olmaz, bu randevu, hayatının dönüm noktası olacak bir randevu olabilir. Yok canım bunun ötesinde daha önemli bir şey olsa gerek. Ya kendine evlenme teklifi edilecek ya da iş yerinin yeni bir şube açılışında onu terfi edecekler. Bu aşırı süslü kadın hakkındaki düşüncelerinden sıyrılarak kendine biraz da kızarak söylendi.

“Neyse bana mı kalmış, kimin ne yapacağı ve ne halde olduğu.” bu esnada otobüs tekrar durur. (Gittiği gitmediği belli olmayan otobüsün durduğu, kapıları açılınca anlaşılır) Şoför, yine “Biraz daha ilerleyelim”. Dedi. Yolcular şoförün emrivaki sözü karşısında itaatkâr bir hal ile biraz daha sıkışmaya çalıştılar. İçinden “Allah! Allah! İyice sıkıştık.

Bir adım daha atacak yerimiz yok. Yok olmasına yok fakat şaşılacak şey, insanlarda şoföre birazcık da olsa karşı gelme, isyan etme hatta bir sitem etme dahi yok.” Şaşkınlık içerisinde o da yolculara uyarak gücüle bir iki adım atabildi. Böylece yeni binen yolculara 5-10 kişilik daha yer açılmış oldu.

Yeni binen yolcular kendinden önceki binen yolcular gibi otobüse binmenin huzurunu, mutluluğunu yaşıyorlardı. Tabii ki bir müddet sonra onlar da otobüsün içindeki haleti ruhiye içerisine girecekler, onlarda da bir durgunluk, bir donukluk olacaktı.

Otobüs tıka basa dolu bir adım dahi atacak bir yer hatta nefes alabilecek bir hava dahi yoktu. Bu durumda bile hiç şikâyet etmeden yeni binenlere yer açmak, herhalde yolcuların kader birliği olsa gerek diye düşünmeye başladı.

“Hepimiz aynı otobüsü paylaşıyor, aynı havayı teneffüs ediyoruz, aynı trafikteyiz, aynı yol birlikteliğimiz bulunmakta. Hepimiz ayrı ayrı yerlere gidecek olsak da neticede şu an her şeyimizle birlikte aynı zaman ve amaç içindeyiz. Hepimiz sabahın bu kadar erken saatinde işimize gitmek amacıyla otobüse bindik.”

“İşte bu kader birliği, yol birliği, beraberce aynı zamanı paylaşmak ve aynı havayı teneffüs etmek herhalde içten içe birbirimize bir dayanışma sağlamakta. Yoksa başka türlü bu kadar insanı böyle gönüllü olarak bir otobüse tıkayıp hiç ses çıkarmamalarını sağlamak imkansızdır.

Demek koca milletleri, ulusları bir araya getiren aynı düşünce, aynı yol ve aynı ruh içerisinde olmakla güç kuvvet bularak büyük Devletleri meydana getirmişler.”

“İşte, bu otobüs ve otobüste bulunanlar ve onların hali, büyük bir devlet ve o devletteki Milletin beraberliğinin en güzel örneği olsa gerek.” böyle düşüncelerine devam ederken aklına güzel bir fikir gelmişçesine biraz gülümsedi ve kafasını aşağıya doğru sallar gibi yaptı.

Kendi kendine içinden konuşmasına devam etti: “Tabi ya, o zaman kader birliği yapan bir millet aynı düşünceye, aynı yolda yürüyen bir millet ebede kadar emin adımlarla gider.” bu düşünceler içerisinde iken zamanın süzgecine takılan dakikalar, bir anda süzgeçten düşmüş, vakit koşar adımlarla ilerlemeye başlamıştı.

Bu düşünceler içindeyken ineceği durağa ne ara geldi otobüs durakta ne ara durdu anlayamadı. Ta gerilerde olduğundan acele acele kader birliği yaptığı yolculardan nazikçe müsaade isteye isteye kapıya geldi.

Az önceki düşüncelerinin etkisi ve tıkanmış trafiğin kendisinde meydana getirdiği durgunluğuyla hayatın hızla akan hayat koşuşturmasına dalmamak istemezcesine yavaş ve isteksizce ağır adımlarla kendisini bekleyen telaşeye adamını atarak indi.

***

Yazar, imam hatip – Mesut AKDAĞ

mesut akdag - Hayatın Telaşesindeki Durgunluk

Yorum Yaz

Yorum göndermek için buraya tıklayın

Web Site Hakkında

Sivrihisar Web Medya

Sivrihisar Şehrengizi

sivrihisar sehrengizi 1 - Hayatın Telaşesindeki Durgunluk

Gönül Dağı Dizi Film

dizi