İlâhi Aşk
Tasavvufta olgun insan olma yollarından biri de “aşk” yoludur ve bu en kestirme yol sayılır. Buradaki aşk, Allah’a olan büyük sevgi demektir. Allah hem korkulan hem de sevilen bir varlıktır. Mutasavvıflar Allah sevgisi üzerinde çok durmuşlardır. Gerçi Allah Kahhâr’ dır, Cebbâr’dır, fakat O aynı zamanda Rahmân’dır, Rahîm’dir. Üstelik bir kudsî hadise göre “Rahmeti gazabından üstündür.”
Tasavvufta biri hakiki, öteki mecazi olmak üzere iki nevi sevgi ve aşktan bahsedilir. Hakiki sevgide ve aşkta konu Allah’tır, mecazi aşkta ise konu insandır. Bir insanın karşı cinsten bir insana duyduğu sevgiye mecazi veya beşerî aşk denir. Hakiki aşka büyük önem veren tasavvuf erbâbı, beşerî aşka da ilgisiz kalmamışlar, çoğu zaman beşerî aşkı ilâhî aşka geçmek için bir köprü olarak görmüşlerdir.
Yunus Emre tasavvuf düşüncesinin adamıdır. Onun prensiplerini yaşamış ve çok iyi anlatmıştır. Katıksız teslimiyeti, ferâgati, bu yolda yıllar süren samimi ve ihlâslı hizmetleri sonucu büyük mertebelere ulaşmış, kemâle ermiş, kilidi çözülmüş ve Hak âşığı Yunus Emre olmuştur.
Tasavvuf her şeyden evvel bir gönül terbiyesidir. Gönül de insanda bulunduğu için tasavvufun konusu insandır. Gayesi ise, onun kalbî yönünü eğiterek olgunlaştırmaktır. Tasavvuf ilâhî ahlâkla ahlâklanmak demektir. Tasavvuf bencillikten kurtulup diğergâm olmaktır, kendinden çok başkalarını düşünmektir.
Yunus Emre’de İnsan Sevgisi ve İnsanın Değeri
Yunus’un düşünce dünyasındaki en önemli kavram şüphesiz ki insan sevgisidir. Dünya edebiyatında bile insanı bu denli yücelten ve seven bir şaire rastlanmaz. Batı’nın “hümanizm” adıyla ulaşmaya çalıştığı bu düşünce seviyesine Yunus, asırlar öncesinden ulaşmıştır. Yunus’u bu yüzden batılı anlamda bir hümanist olarak göremeyiz. O, batılı hümanistlerin aksine insanı Allah’ın en güzel ve en mükemmel yarattığı varlık olarak sevmektedir. Bu düşüncesini de “Yaratılmışı severiz; Yaradan’dan ötürü” dizelerinde dile getirmektedir.
İnsan denen varlık, gerek maddî gerekse manevî yönü itibariyle yaratıkların en mükemmelidir. İslâm inanç ve düşüncesine göre, insan en güzel biçimde (Ahsen-i takvim üzere) yaratılmış ve Allah ona kendi ruhundan bir nefha vermiştir. Meleklere, insana secde etmeleri emredilmiştir. Hiçbir varlığın yüklenmeye cesaret edemediği «emanet”i insan yüklenmiş ve o, Allah tarafından yer yüzünde “halife” kılınmaya lâyık bulunmuştur. Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi diğer varlıklarda münferit ve dağınık biçimde bulunduğu halde, insanda topluca ve tam olarak bulunur. Aslında öteki bütün yaratıklar insanın hizmetindedir. Mahlûkatın var oluşundaki esas sebep insanın var olmasıdır (insan hilkatin illet-i gaiyesidir). İnsan kâinat ağacının meyvesidir.
İnsan türü bu kadar değerli olmakla beraber, fert fert her birinin derecesi aynı değildir. O aynı zamanda zayıftır, hırslı ve huysuzdur, azgınlaşmaya müsaittir. Aşağıların aşağısına (Esfel-i Safiline) yuvarlanabilir. Ne var ki herkes alabildiğine yükselme ve “olgun insan” olma imkânına sâhiptir. Yeter ki, mayasındaki cevherin kıymetini bilerek onu geliştirmek gayreti içinde olabilsin.
Yaradılışımızdaki en güçlü hislerden biri sevgidir. Sevginin yöneltileceği ikinci önemli obje de insan olacaktır. Hayvanlar da sevgi dilinden anlar. Fakat sevginin bu dünyada asıl muhatabının insan olması akla daha yakındır. Başta söylemiştik, bütün kainat sevginin eseridir.
İnsan “gönül” sâhibidir. Gönül bütün yüceliklerin kendinde toplandığı yerdir. Gönül nazargâh-ı ilâhî’dir. Nihâyet gönül, sevginin coşup taştığı yer olduğu gibi, aynı zamanda girip yerleşeceği, karar kılacağı mahaldir. O bakımdan sevginin dilinden en iyi anlayan insandır.
Aslında bütün varlıklara karşı gösterilen bu sevginin asıl kaynağı Allah’ın sevgisidir. Bâyezid Bistâmî öyle der: “Allah bir insanı sevdiği zaman, bunun belirtisi olarak ona üç sıfat ihsan eder: Deniz gibi cömertlik, güneş gibi sıcaklık, toprak gibi tevazu.” Her şeyi kucaklayan bu yüksek hasletler en belirgin şekilde insan sevgisi olarak kendini gösterecektir. İşte İslam sûfilerince temsil ve tatbik edilen bu anlayışın tarihimiz ve kültürümüz içerisindeki en büyük temsilcilerinden birisi de Yunus Emre’dir. Yunus’un büyüklüğü, eşsiz bir şair oluşunun yanında, taşıdığı insancıl hüviyetinden gelir.
Batı’da kökü çok eskilere dayanan ve insanın değeri noktasında odaklanan Hümanizm cereyanı, değişik devir ve bölgelerde farklı yorumlara sâhip olmuş, ama hep teoride kalmıştır. Yunus’ta ve benzerlerinde ise insan sevgisi sâdece sözde değil bizzat hayâtın içindedir. Özellikle Yunus Emre, çeşitli hümanizm teorilerini geliştiren ve bugünkü medeniyetin öncüleri olan milletlerin birbirini din, mezhep, ırk ayrılığı yüzünden boğazladıkları bir devirde, bütün insanların eşit olduklarını, hakiki olgunluğun “yetmiş iki millete aynı gözle bakmak” suretiyle gerçekleşeceğini terennüm etmiş kimsedir.
Dost’un Dostunu Sevmek
Yunus Emre’nin mensup olduğu sevgi ağırlıklı tasavvuf düşüncesinde Allah sevgisinin bir sonucu olarak insan sevgisi doğacaktır. Allah’ı gerçekten sevenler, Allah’ın en mükemmel eseri ve halifesi olan “insan”ı da sevecektir. Öyle diyor Yunus: Hakkı gerçek sevenlere cümle âlem kardaş gelir.
Tasavvuf ahlakında kendinden çok başkalarını düşünmek mühim bir esastır. Yunus’ta bu başkalarını düşünme ve diğergâmlık engin bir duygu olarak adeta bütün insanlığı kucaklar mahiyettedir. Bu düşünce onun mısralarında öylesine güçlü ve etkilidir ki, onun kuru bir öğüt ve laf olarak kalmış olması düşünülemez. Yunus bunları bizzat yaşamış, faydasını ve sonuçlarını görmüş, ondan sonra da başkalarına tavsiye etmiştir.
“Bir kez Gönül Yıktın ise Bu Kıldığın Namaz Değil” Yunus Emre’deki insan sevgisinin en veciz ve açık tezahürlerinden birini de onun gönül yıkmamak ve alçak gönüllü olmak tavsiyesinde bulunduğu mısralarında görüyoruz. insan varlığında gönlün yeri büyüktür, hatta insanı insan yapan onun kalbi yani gönlüdür. Yer yüzünde Kabe’nin Müslümanlarca değeri ne ise, insan varlığında gönlün yeri odur.
“Bir Hastaya Vardın İse” Yunus Emre’deki insan sevgisinin teoriden ibaret olmadığını söylemiştik. Kimse kendisinde insan sevgisi olmadığını söylemez. Önemli olan bu sevginin davranış haline gelmesi, fiilî olarak ortaya çıkmasıdır. Mesela hasta ziyaretinde bulunmak, muhtaçlara yardım etmek bunun tezahürlerinden biridir.
“Yiğit İken Ölenler” Yunus Emre’de ve onun düşüncelerine hayat veren sistemde insanın değeri tartışılmaz bir üstünlüğe sahiptir. Böyle olunca insan hayatı da o nispette kıymetli olacak demektir. Ölümler, hele genç yaşta ve vakitsiz görünen ölümler her yerde insan kalbini titreten, derin kederlere sürükleyen olaylardır. Yunus da bir insandır, hem de duygulu bir insan. Bu tür ölümlerin onu da etkilememesi düşünülemez. Yunus Emre’deki insan sevgisi öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, sanki yaşadığı devir Anadolu’sundaki bütün mustarip insanların duygularına tercüman olmaktadır.
“Beri Gel Barışalım” Ve Yunus Emre’nin bütün insanlığı kucaklayan cihanşümul dâveti! O herkesi barışa, dostluğa, tanışıp anlaşmaya çağırıyor. Fert veyâ toplum olarak aramızda bir takım anlaşmazlık veya kavgalar çıkmış olabilir. Artık bunları bir yana bırakıp barışalım. Birbirini tanımayan yabancılar hâlindeysek tanışıp bilişelim.
***
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
Yorum Yaz