– YUNUS EMRE’Yİ DOĞRU ANLAMAK –
Yeni çağda insanlığa yeniden inancın, sevginin, kardeşliğin sesini duyurmak istiyorsak işe Yunus Emre’yi doğru anlamakla ve anlatmakla başlamak durumundayız.
Yunus Emre, hayatı menkıbelerle örülü olsa da tarihsel bir kişiliktir. Hayatı büsbütün meçhuller perdesi altında değildir, özellikle Rıza Tevfik ve M. Fuat Köprülüyle başlayan çalışmalarla tarihsel kişiliği büyük ölçüde aydınlanmıştır. Artık hangi çağda ve nerede yaşadığı, doğum ve vefat tarihleri, tahsil yapıp yapmadığı gibi konularda bilgilerimiz vardır. Bundan daha önemlisi ortada Divanı ve Risatet’el-Nushiyyesi bulunmaktadır. Onu bilhassa fikir ve duygu dünyası hakkında tanıma imkanlarını bu eserleri bize vermektedir. Yine hakkında yazılmış çok sayıda eser bulunmaktadır. Bütün bu bilgiler ve kaynaklar ışığında Yunus Emre’yi “sahih” portresiyle tanımak artık mümkün görünmektedir.
Durum böyle olmasına rağmen Yunus Emre, üzerinde en çok spekülasyon yapılan bir isimdir. Hakkında yazılan onca kitap, onu çok farklı portrelerle karşımıza çıkarmıştır. Kimilerine göre o, sadece bir şairdir. Türkçeyi iyi kullanan bir dil milliyetçisidir. Kimilerine göre dinden uzak bir mistiktir, halk devrimcisidir. Kimilerine göre Türklük şuuruyla din ve tasavvuf düşüncesini Türklere göre yorumlayarak yerli bir düşünce tarzı haline getiren biridir. Kimilerine göre hümanist bir ozandır. Kimilerine göre Bektaşilik yahut Alevilik düşüncesinin en önemli ismidir.
Bu tür yorumların, değerlendirmelerin zaman içinde artacağı kuşkusuzdur. Çünkü Yunus’u değerlendiren herkes, onu kendi düşünsel kimliğine göre ele almaktadır. Yani bu yorum çeşitliliği ve farklılığı Yunus Emre’nin kendisinden değil onu yorumlayanların farklı dünya görüşlerine mensubiyetinden ileri gelmektedir. Çünkü bu ülkenin temel problemlerinden biri hakikati bulup görüp onu kabullenmek değil, hakikat sanılanı tek gerçekmiş gibi sunma tarzıdır. Yunus Emre de ne yazık ki bu çarpık bakış açılarına göre ele alınan bir isimdir.
Peki bunlardan hangisi gerçek Yunus’tur? Şeyhi Taptuk Emre’nin dediği gibi “Bizim Yunus” bunlardan hangisidir? Doğrusu, bu tartışmaları bitirecek ve bizi ona götürecek tek yol, ön yargılardan kurtulup doğrudan doğruya şiirlerine bakmak ve onların dayalı olduğu dünya görüşünün kavramları çerçevesinde ve çağının şartlarına göre yorumlamaktır. Böyle yapıldığı takdirde. Yunus Emre’nin “sahih” portresine ulaşmak, böylece kendi çağında ve sonraki zamanlarda olduğu gibi günümüzde de gerek Türkiye gerekse dünya için çok önemli bir imkâna dönüştürmek mümkün olacaktır.
Yunus Emre, bir bunalım çağının insanıydı. Bu bunalım, görünüşte Moğol ve Haçlı saldırılarıyla ilgiliydi. Savaşlar, açlık, kıtlık, zulüm insanları çok bunaltmış, ciddi sorunları da beraberinde getiren birlik ve dirlik düzeni ortadan kalkmıştı. Problem sadece maddi değildi elbette. İnsanların zihin ve gönül dünyaları da harap olmuştu. İşte böylesi bir ortamda Ahmet Yesevi misyonunu sürdüren pek çok derviş Anadolu’nun zor günlerinde birer umut ışığı oldular. Ayak bastıkları her yerde tekkeler, zaviyeler kurarak, bunalmış insanlara farklı bir kurtuluş reçetesi sundular. Bu reçete İslam akidesi ve ondan doğan tasavvuftu elbette. İşte Yunus Emre, soyunu ister Orta Asya’ya bağlayalım istersek Anadolu’da doğmuş biri olarak ele alalım böyle bir misyonun insanıydı. Yani her şeyden önce o bir mutasavvıftı. Onu bu çerçevenin dışına çıkaran her yorum, bizi Yunus’u anlamak bir yana onunla aramıza mesafeler sokacaktır. Bu bakımdan Yunus’u önce bir mutasavvıf olarak ele almak durumundayız.
13. asır Anadolu’sunda ibn-i Arabi’nin sistemleştirdiği “vahdet-i vücut” anlayışı çerçevesinde oluşan İslam anlayışında İbn-i Arabi ve Mevlânâ kim ve ne iseler Yunus Emre de oydu. O da yorumların farklılığı ne olursa olsun bir tarikatın insanı hatta muhtemelen şeyhi idi. Tek bir farkla… O, şahsi üslubuyla geniş kitleler nezdinde daha çok kabul gördü ve benimsendi. Bu benimsemenin altında yatan en önemli sebep şüphesiz ki Yunus’un şiiridir, dili ve üslubudur. En girift meseleler onun anlatımıyla anlaşılır hale geldi. Böylece halkla iletişimi çok kolay gerçekleşti. Ama şunu da söylemek gerekir ki bu yaygın benimseme dil olayıyla birlikte onun tarikatı, tasavvufu, çok geniş bir yorum tarzıyla ve kuşatıcı bir fikirle ifade etmesiyle de ilgiliydi. Yani o kendine özgü bir sufi çizgisi olmasına rağmen bütün sufi oluşumlara sıcak baktı. Böylece her çevrede benimsendi. Hatta söylemi o kadar evrensel bir boyutta idi ki onu benimseme, Müslüman olmayanları bile kuşatan bir hadiseye dönüştü.
Peki, burada Yunus. İslam’dan ayrı, ondan farklı bir duruş mu sergiledi? Elbette hayır! o, sonradan yapılan kimi yorumlarla sadece zahiriyle ele alınan ve bunun doğurduğu bağnazlıkla neredeyse bir kavmin, bir bölgenin dini haline getirilmek istenen İslamiyet’i aslına ve derunî yorumuna uygun bir anlayışla ele alarak genel bir kabule mazhar oldu. Bu bakımdan onu belli bir tarikatın sınırları içinde düşünüp şu veya bu tarikata mâl etmek mümkün değildir. O, hakikat adına susuzluk çeken ve bu anlamda arayış içinde olan dini, kavmi ne olursa olsun bütün insanların Yunusu dur.
Yunus Emre, kendi gerçek kimliği çerçevesinde ele alınmadığı takdirde kafa karışıklığımız daha uzun bir zaman sürüp gidecek ve bundan zararlı çıkacak olan da öncelikle bizler olacağız demektir. Oysa yeni bir çağın önündeyiz. Dünyayı bir zulüm yurduna çevirenlerin azgınlıklarının arttığı bir zamanda Yunus’un sesine çok muhtacız. Bir hakikat medeniyetine mensubiyet şuurunu taşımak, o medeniyetin değerlerini hayata katmak gayretine girmezsek bu çağda bir yerimiz ve önemimiz olmayacaktır. Bu yeni çağda insanlığa yeniden inancın, sevginin, kardeşliğin sesini duyurmak istiyorsak işe Yunus Emre’yi doğru anlamakla ve anlatmakla başlamak durumundayız.
***
Mustafa Özçelik, Araştırmacı -Yazar
Eskişehir Valiliği, ESKİyeni Kültür dergisi Mayıs 2009
Yorum Yaz