Hayatımızın her anında yaşam şeklimizi ve yaşam kalitemizi oluşturan frekans konusu hakkında tüm dünya insanları çok bilinçsiz. Bu yüzden de insanlar çok mutsuz. Eskiden eğitim yokmuş fakat insanlar Arifmiş. Belki de neyi niçin yaptıklarını bilmezlermiş ama bilmeden doğru şeyleri yaparlarmış.
Mesela atalarımızdan bizlere kadar ulaşan hepimizin çok iyi bildiği bir öğreti vardır, eskiler derler ki; ‘üzerinize Güneşi doğdurmayın evladım. Erken uyanın. O saatten nasibinizi alın’ Yine eskiler muhakkak sabah namazına kalkar. Yaz kış demeden soğuk sıcak demeden o saatte camı açarlarmış. Peki niçin bunu yaparlarmış?
Onların birçoğu bu yaptıkları ritüelin arkasındaki gerçeği bilmeden göçüp gitse de. Yaptıkları hareket çok doğru bir hareketmiş. Niçin mi? Namaz ve abdest kişinin aura bedenini, enerji bedenini ve fiziksel bedenini güçlendiren kuvvetlendiren en önemli ibadetlerden biridir. Namaz ve abdest ile insanın enerji bedeni ve fiziksel bedeni dengeye girer. Kişinin beden rezonans alanı genişler. Kişi kendini dinç ve kuvvetli hisseder.
Üzerine güneş doğdurmama ve yaz kış demeden cam açma meselesine gelince. Güneş doğmadan hemen önce sabah namazı saatinde iyonosferde serbest atomlar yani ozon bolca bulunurlar. Birçok hastanede tedavi şekli olarak kullanılan ozon tedavisini bilmeyeniniz yoktur. Çok pahalı olan bu tedavinin ham maddesi olan şey işte bu atomlardır.
Fecir saatinde havada bolca bulunan bu serbest atomlar hem sağlığımıza hem enerji bedenimize çok çok faydalı hem de o fecir saatinde bedavalardır. O saatte uyanan ve camı açarak, havanın içeri dolmasını sağlayan herkes bu serbest atomlardan nasibini alırlar. Hatta hatta eskiler sabah kalktıklarında camı açmakla kalmaz camın önüne de bir bardak su koyar ve yarım saat bir saat sonra o suyu içerlermiş.
Bunun dışında, eskiler evlerinde muhakkak gülsuyu bulundurur kolonya yerine gül suyu kullanır, göbek deliklerine ise Gül yağı sürerlermiş. Onlar bu yaptıklarının sebebini bilmezlermiş ama bunun arkasında da yatan önemli bir neden var. Çünkü gül suyu ve gül yağı içinde çok yüksek derecede pozitif frekans barındırır.
Bu maddeleri kullanan insanlar bilerek ya da bilmeyerek enerjilerini ve çekim kuvvetlerini yükseltirler.
Yine dedelerimiz ebelerimiz, sünnet olduğu için yemeğe tuz ile başlar yemeği tuz ile bitirirlermiş. Bunun da arkasında yatan çok çok önemli bir gerçek vardır. Öyle olmasa efendimiz Sallallahü aleyhi ve Sellem yemeğe tuzla başlayıp tuzla bitirmezdi.
Tuz mideye indikten hemen sonra vücudun frekansını değiştirip, tokluk hissi verir. Bu da insanın açlık duygusunu bastırır. Dolayısıyla insan az yer, az yemek yiyen beden çok fazla oranda enerji depolayabilir. Çok yemek yiyen beden ise kendisine enerji depolayacak alan bulamaz.
Alın size müthiş bir öğreti daha. Tıp ilminin babası ibni Sina “ne yersen o’sun” diyerek, ve bizlere müthiş bir sır bırakarak hayattan göçüp gitmiştir. Dedelerimiz ebelerimiz belki de ibni Sina’nın Bu lafını hiç duymamışlardı. Ama erkek çocuklarına tavuk eti yedirmezlerdi. Kız çocuklarına keçi eti yedirmezlerdi.
Hayatımızın tamamı frekanslardan oluşur.
Biz bunu bilmesek te, gavur çok iyi biliyor. Bu yüzden gıdalarda suni gübre ve tarım ilacı kullanımını destekliyor ve reklamlarla yaygınlaşmasını sağlıyor. Gıdaların tamamı farklı farklı frekanslar içeriyor, tarım ilaçları gıdalardaki bu frekans ayarını bozuyor. Dolayısıyla İnsanlar bu gıdaları tükettiğinde, Onların da frekans ayarları bozuluyor. Birbirleri ile aynı frekansta buluşamıyorlar.
Son yıllarda insanların yaşadığı psikolojik sorunlar ve cinnet halleri hep bu beslenme şeklimizden ve aldığımız gıdalardan kaynaklanıyor. Eskilerde bu haller yok denecek kadar azdı. Çünkü her biri gıdasını kendi üretiyor ve ailesi ile birlikte tüketiyordu. İşte dedelerimiz ebelerimiz bu kadar da cahildi. İyi ki biz çok bilmişiz. Biz meğer ne çok şey bilirmişiz.
Savaşmayı sevmeyen fakat savaşması gerektiğinde en önde giden çocuklar yetiştirin. Bugün başımıza ne geliyorsa, masa başında oturarak asalak bir yaşam tarzını içselleştiren insan yetiştiren eğitim sistemi yüzünden geliyor. Bu yetiştirme tarzı ilk olarak aileden başlıyor. Akabinde okul sıralarında devam ediyor. Sonuç mu?
İş üretmeyen sadece laf üreten, tüketimden başka bir şey bilmeyen ama kendisini Kaf dağlarının üzerinde gören ve kendi gölgesinden bile korkan, korkak insanlar topluluğu. Devamı zaten malumunuz.
Bu arada; Selam olsun gerçek Türklere! Selam olsun, yeryüzünde Siyonist Yahudiler tarafından kuşatılsa da, esir alınamayan tek millete, cesur Filistinli mücahitlere…
Okullarda beden eğitimi dersi değil, kişisel savaş teknikleri dersleri verilsin. Böylece Eşcinsellikte tarihe karışır. Bir taşla iki kuş birden vurulur.
Okullarda beden eğitimi dersleri bir saat daha artırılsın. Bu derslerde judo, kungfu, box, ok atma gibi seçmeli kişisel savaş teknikleri dersleri verilsin. Erkekler erkek gibi yetiştirilsin. Çocuklar hem Cesur bireyler olarak yetişsin hem de kendilerini gerçek bir erkek gibi hissetsin. Böylece eşcinsellik denen sapkınlığında önüne geçilebileceğine inanıyorum.
Böyle yapılırsa beden eğitimi derslerinin Fuzuli ders algısından çıkacağını düşünüyorum. Böylece çocukların özellikle beden eğitimi günlerinde seve seve okula gideceklerini düşünüyorum.
Çocukları okuldan soğutan şey dersler değil, hedefsiz ve enerjisi düşük ve mükemmel çocuklar yetiştirme hedefi olmayan, çocuk eğitimi hususunda yeni fikirler yeni projeler üretmeyen ve okullara sadece görevini ifa etmek için giden sönük öğretmenlerdir.
Sadaka vermek bir insanın kendisine ve yedi göbek zürriyetine yaptığı en büyük jesttir. En güzel kıyaktır fakat insanlar sadaka verirken, zaman zaman da Muhammed ümmetinin günahlarına kefaret, gelecek olan kaza ve belalara karşı kefaret olması niyetiyle verirse, hem tüm insanlığın hayrı, hem de kendi hayrı için bir çok güzel bir iş yapmış olur. Allah katında makbul olan bir iş işlemiş olur.
Yorum Yaz