SİNAN PAŞA
(Sivrihisar 30 Kasım 1441- İstanbul 1486)
Eşrefoğlu al haberi, bahçe biziz, gül bizdedir Biz şah-ı merdan kuluyuz, yetmiş iki dil bizdedir. Temeşvarlı Gazi Hasan Dede insanlık bahçesinin bahçıvanı olduğunun bilinciyle hareket eden bir medeniyet, bu bahçenin gövdesine serdiği binbir kokulu güle erişmek üzere yola koyulmuştu. Farklı koku ve nefasette bir gül olduğu şüphesiz olan Sinan Paşa da üflenen bu ilahi nefhanın bir yansımasıydı.
Sinan Paşayı ve emsallerini yetiştiren medeniyetin öncüleri olan Kayı oğulları, daha Osman Bey’den başlayarak, arka arkaya gürbüz dimağlar meydana getirmişlerdir. Devletin inkırazına kadar devam eden bu deha zincirinde Fatih’in ayrı bir yeri vardır. O bu zincirde belki de zirve olmuştur.
Altı yaşında Amasya sancak beyliğine, sekiz yaşında Manisa sancak beyliğine gönderilişi onu istikbalin büyük sorumluluklarına hazırlayan birer okul olmuştur. Şehzade Mehmet’in eğitimi ile dönemin en ünlü alimleri özellikle Akşemseddin ve Sinan Paşa’nın da hocalığını yapan Molla Gürani Hazretleri ilgilenmiştir. Asaletine, benliğine kabiliyetlerine Akşemseddin’in şefkatli elleriyle, Cemal sıfatıyla kavuşan Fatih, Molla Gürani’nin Celal sıfatında terbiye edilerek yanmış, yandırılmış, olgunluk yıllarında da Sinan Paşanın dostluk ve hocalığına mazhar olmuştur.
Tam adı Sinaneddin Yusuf bin Hızır Bey bin Kadı Celaddin Arif’tır. Annesi Molla Yegan’ın kızı, babası ise II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed devri alimlerinden Hızır Bey’dir. Hızır Bey için Aşıkpaşazade, “Nasreddin Hoca’nın kerîme-zâdesi ve Sivrihisar Kadısı Molla Celaleddin’in mahdumudur. Kasiru’l-kame olmakla kendisine ilim dağarcığı denilmiştir.” ifadelerini kullanır.
1441’de Sivrihisar’da dünyaya gelen Sinan Paşa’nın doğum yeri için kaynaklarda Bursa da zikredilmiş, doğum tarihi için ise 841 (1437) ve 844 (1440) tarihleri rivayet olunmuştur. Sinan Paşa, ilk tahsiline Bursa’da babasından ders alarak başlamıştır. Hocaları arasında Molla Yegan, Molla Hüsrev, Molla Fenarî, Molla Güranî ve Hoca-zade Muslihiddin Mustafa gibi devrin büyük alimleri vardır. İstanbul’un fethinden sonra babası, Fatih tarafından Bursa’dan getirtilerek İstanbul’un ilk kadısı yapılmıştır. Bu sırada henüz 16 yaşlarında olan Sinaneddin Yusuf kısa sürede ilim meclislerine dahil olmuş, ancak babasının ölümü üzerine (1459) daha yirmi yaşında iken önce Edirne’de bir medreseye, daha sonra Darü’l-hadise müderris tayın edilmiştir.
Fatih’in İstanbul’u bir ilim merkezi haline getirme ve devrinin temayüz etmiş alimlerini buraya toplama siyasetinin neticesi olarak, padişah hocası unvanıyla İstanbul’a getirtilerek Sahn-ı seman müderrisliğine nasib olunmuştur. Fatih’in ilim adamlarını, ehl-i hiref denilen ve sanat erbabını ve zanaatkarları niçin bu kadar önemsediğim anlamak için çok kısa bir süre içinde mamur hale getirdiği İstanbul’a bakmak yeterlidir. Hem maddi hem de manevi sahada mimar olan sultan, Avni mahlasıyla yazdığı şiirinde:
“Hüner bir şehir bünyâd eylemektir. Reâya kalbin âbad eylemektir.”
Derken askeri fetihlerden ziyade şehirleri imar etmenin ve insanların kalplerini kazanmanın, dimağlarını takviye etmenin ne kadar mühim olduğunu vurgulamıştır.
Fatih’ten büyük saygı gören Sinaneddin Yusuf bu tayinden sonra onun huzurunda yapılan bütün ilmî münazaralara katılmıştır. Padişah ile yakınlığının artması sonucunda devlet işlerinde de temayüz etmesi ve tecrübelerinden faydalanılması adına kendisine vezirlik rütbesi verilmiş ve bundan sonra Hoca Paşa ya da Sinan Paşa unvanıyla anılmıştır. Ayasofya Medresesinde ders veren Ali Kuşcu’dan, talebesi Molla Lutfî vasıtasıyla astronomi ve matematik konularında yararlanarak bu alandaki bilgisini tahkim etmiştir.
İşkodra seferine gitmek istemeyen Sadrazam Gedik Ahmet Paşa’nın azil ve Rumeli Hisarı’na haps edilmesi üzerine sadaret makamına getirilen (1476) Sınan Paşa’nın bu görevi çok uzun sürmemiştir. Aynı yıl içinde azledilmiş ve bazı siyasi entrikalar yüzünden hapse atılmıştır. Ulemanın Fatih’e “ya onu serbest bırakırsın yahut biz kitaplarımızı toplayıp bu memleketi terk ederiz” şeklindeki sert tehdidi üzerine hapisten çıkartılarak müderris ve kadı sıfatıyla Sivrihisar’a gönderilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Ancak yola çıktığı sırada ardından “delilere benzer tedbir alınması” için bir tabip gönderilerek günde elli sopa vurdurularak tahkir olunmuştur. Latîfî’nin Tezkire’sinde belirtilen “Vizr-i vezaretten kaçup ve riyaseti siyaset bilüp ve a’raz-ı dünyadan külliyen i’râz idüp” ifadeleriyle vezaretten kendi arzusu ile çekildiği vurgulanmıştır. Maarifname isimli eserindeki sitemler dikkate alındığında, Sinan Paşa’nın gözden düşmesinde, düşmanlarının ve onu çekemeyenlerin dahli olduğu anlaşılmaktadır.
Sinan Paşa ile Fatih arasında cereyan eden bu olayları yakından takip eden İznikli alimlerden Molla Hüsameddin, Sultan’a mektup yazarak Sinan Paşa’ya reva görülen kötü muamelenin derhal kaldırılmasını istemiş aksi taktirde Osmanlı ülkesini terk edeceğini ifade etmiştir. Bunun üzerine Sinan Paşa Sivrihisar’a gönderilmiş ve Fatih’in vefatına kadar beş sene orada kalmıştır. Sinan Paşa’nın azlinden sonra yakın çevresi de görevlerinden uzaklaştırılmış ve İstanbul dışına sürgün edilmiştir. Fatih’in hafızu’l-kütübü aynı zamanda kendisinin de talebesi Molla Lütfi de görevinden ayrılarak Sivrihisar’a gitmiştir.14 Sivrihisar yıllarında gelir temini için özel bir hamam yaptıran Sinan Paşa’nın bu mülkü zamanla harap olmuş, 1970 yılında merhum Sivrihisar noteri İhsan Biçerli tarafından aslına sadık kalmak suretiyle restore ettirilmiştir.
Sinan Paşa, II. Bayezid’in tahta geçmesinden (1481) sonra affedilmiş ve vezirlik rütbesi geri verilerek yüz akça yevmiye ile tekrar Edirne Daru’l-hadisine müderris tayin edilmiştir. Hayatının bundan sonraki dönemini ders verme ve eser yazma konularına ayırmıştır. Son yıllarını İstanbul’da geçiren Sinan Paşa’nın 891 (1486) yılı Safer ayının 24. günü vefat ettiği ittifakla kabul edilmiştir. Kabri Ebu Eyyube’l-Ensari’nin mezarı civarında olup, yakın zamanda bulunan mezar taşında şu ifadeler yer almaktadır:
İbnü’l mevlâ el-fâzılu’l-allâme Sinan Paşa, İbnü’l-mevlâ efdalü’l-fudalâ fi’l ulûm, Hızır Bey Çelebi eş-şehîr bi-üstâd-ı Rûm.
Cihannümâ müellifi Mevlana Mehmed Neşrî Sinan Paşa için “Vezirlikten azl olıcak yine müderris olup ilme meşgul oldu. Ânun âsâru heman ilmdür” diyerek emsalleri gibi hayır eserleri bırakmadığını yegane mirasının ilim olduğunu vurgulamıştır.
Sinan Paşa’nın Fatih devri kazaskerlerinden Molla Mehmed’in kızkardeşi ile evlenmiş olduğu, Mehmed ve Ahmed Çelebi adlarında oğullarının bulunduğu, Mehmed Çelebi’nin Mahmud Paşa medresesinde müderrislik yaptıktan sonra bazı kadılıklarda bulunup genç yaşta öldüğü bilinmektedir.
Keskin bir zekaya güçlü bir kavrayışa ve derin bir anlayışa sahip olan Sinan Paşa 15. yüzyılın en büyük alimlerinden, felsefecilerinden ve edebiyatçılarından birisidir. Yaşadığı devre damgasını vuran Paşa, kaleme aldığı Tazarruat’ı ile adeta Türk nesrinin azametini tecelli ettirmiştir. Hayatı boyunca Türkçe ve Arapça pek çok eser kaleme alan paşa, eserlerinin pek çoğunu Edirne’deki ikinci müderrisliği sırasında telif etmiştir.
Türkçe olarak kaleme aldığı eserlerinde edebi bir üslup kullanan Sinan Paşa, çok şüpheci, mutasavvıflarla arası iyi olan serbest fikirli denilebilecek birisiydi. Şekilci yönü olan alimlerle ve din adamlarıyla arası iyi değildi. Duyu organlarının insanı pek çok yanlışa yönelttiğine inanırdı. Nitekim bir gün babasıyla yemek yerken “yemek kabının bakırdan olduğuna” dahi şüphesini ima etmiş, bunun üzerine babası kabı kaldırıp başına vurmuştur. Onun bu aşırı tutumu zamanla kaybolmuş, aklın her şeyi bilmeye gücü yetmediği sonucuna varmıştır. Bundan dolayı hayatının sonlarına doğru tasavvufa meyli artarak, Şeyh Vefa’ya bağlanmıştır.
Osmanlı düşünce geleneğinde Molla Fenari okuluna mensup olan Sinan Paşa felsefi kelam anlayışının temsilcisi olarak kabul edilir. Alimliği yanında zamanının meşhur edebiyatçılarından birisi olup nesirde çok başarılı olmuştur. Nitekim bu sahada en güzel örneklerini verdiği secili ve süslü nesre “Sinan Paşa üslubu” adı verilmiştir.
Biyografisini zikrederken yukarıda da ifade edildiği üzere Sinan Paşa 1 yıldan az bir süre sadaret mevkiinde kalmış, lakin vezirlik payesini ilmiye mensubu iken taşımaya başlamış, azl ve sürgün yıllarının ardından II. Bayezid döneminde yine ilimle meşgul olmasına rağmen vezaret rütbesi ile ödüllendirilmiştir. Bu durum II. Bayezid’in şehzadelik yıllarından itibaren Sinan Paşa ile yakın olmasının bir sonucudur.
Osmanlı Devletinde ilmiye sınıfından temayüz eden ve devlet adamı vasfını taşıyan şahısların sayısı çok sınırlıdır. Paye olarak ilmiye mensuplarına vezirlik verilebilmekte fakat fiilen vezirlik yapmamaktaydılar. Tarihi veriler dikkate alındığında ilmiye sınıfına göre çok farklı bir eğitim ve tecrübe anlayışıyla devlet hizmetine hazırlanan ricalin daha başarılı bir performans sergiledikleri aşikardır. Dolayısıyla fiilen görev yapan veya dolaylı olarak devlet işlerine müdahil olan ilmiye mensuplarının çoğu kere karışıklıklara sebep oldukları bilinmektedir. Mesela II. Mustafa’nın Şeyhülislamı Feyzullah Efendi alanının dışına taşarak bürokraside cereyan eden atamalarda Sultana tesir etmiş, isteyerek ya da istemeyerek Edirne Vak’ası gibi bir felaketin hazırlayıcısı olmuştur. Keza II. Osman devrinde Şeyhülislam Esad Efendinin padişahla sıhriyeti ve daha sonra devlet işlerine müdahalesi kötü bir manzara ortaya çıkarmıştır.
Hassas ve kırılgan bir mizaca sahip olduğu anlaşılan Sinan Paşa’nın kısacık devlet görevinde, kendisinin imzasını taşıyan kayda değer bir gelişme yaşanmaması ilmî meziyetleriyle devlet adamlığı maharetinin aynı ayarda olmadığını göstermekte ve yukarıda belirttiğimiz mukayeseyi doğrulamaktadır. Fakat bu kadar kısa sürede tasfiye olunması kendi ifadelerine bakılırsa işinden ziyade genç yaşta elde ettiği şöhreti çekemeyen hasımlarının marifeti olarak görünmektedir. Paşa Maarifnamesi’nde bu durumu şöyle izah etmektedir; “Padişaha lazımdır ki men’ eyleye hizmetinden ashab-ı şürûru ve kam’ eyleye memleketinden erbâb-ı fücûru. Müfsidler sözüne asla kulak urup ısga etmemek gerek ve müzevir olan, veziri dahi olursa yanından gidermek gerek. Erbâb-ı garazdan kaçmak gerek, tut ki yılandan kaçar ve sözlerini şöyle işitmemek gerek, tut ki semm içer… Bir kişiyi vezîr edince sözünü dinlemek gerek ve eğer vezîre inanmazsa vezir edinmemek gerek. Vezire hüsn-i itikad etmek gerek ve vezirin sözüne itimad etmek gerek.
Sinan Paşa bu sözleriyle, “Padişah kötü kimseleri hizmetinden uzak tutmalı ve ortalık karıştırıcıları memleketinden sürüp çıkarmalıdır. Ara bozucuların sözüne asla kulak verip dinlememeli ve söz getirip götüren kimse veziri de olsa yanından uzaklaştırmalıdır. Kötü niyetli kimselerden kaçmak gerek, yılandan kaçar gibi ve sözlerini sanki zehir içecekmiş gibi işitmemek gerek. Bir kişiyi vezir yapınca sözünü dinlemek gerek, eğer vezire inanmazsa onu vezir edinmemek gerek” demiştir.
Sinan Paşa’nın bu sözleri Sultan Dördüncü Mehmed’in 15 Eylül 1656 tarihinde Köprülü Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirirken tecrübeli ve yaşlı vezirin öne sürdüğü şartları akla getirmektedir. Koca vezir, tarihi tecrübeyi dikkate alarak hakkında bir şikayet olursa savunması alınmadan bir işlem yapılmamasını, sarayın devlet islerine karışmamasını ve istediği atamaları yapabilme serbestisinin verilmesini şart koşarak görevi kabul etmiştir.
Nihai olarak söylenilmesi gereken; Sinan Paşa devlet adamlığı meziyetlerini ve sultanla devlet adamlarının münasebetlerinin nasıl cereyan etmesi gerektiğini düşünce olarak bilmesine rağmen yeterli pratiğe ve birikime sahip olmadığı için hasımları tarafından kolayca tasfiye edilmiştir. Fakat bu onun ilmî, edebî ve insanî hasletlerine halel getirmemiş aksine kendi sahasına dönerek kalemiyle Türk kültürüne hayat vermesine vesile olmuştur.
***
Kaynak: Eskişehir Valiliği, EskiYeni Kültür Dergisi – Mart 2013
Yrd. Doç. Dr. Mehmet TOPAL
2. Hızır Bey Eskişehir’e bağlı Sivrihisar kazasında doğdu. (810/1407) Babası Sivrihisar Kadısı olan Celaleddin Efendi’dir. Öğrenim hayatını ikmal ettikten sonra Sivrihisar’daki bir medresede müderris olarak göreve başladı. Taşköprizâde onun 837’de (1433) burada kadı olarak bulunduğunu belirtir. Hızır Bey asıl şöhretini II. Mehmed’le tanıştıktan sonra kazanır. Rivayet göre Hızır Bey, Edirne’de II. Mehmed’in huzurunda yapılan ilmi toplantılardan birinde Mısır veya Suriye’den gelen bir Arap alimiyle giriştiği tartışmada üstünlük sağlayınca padişahın dikkatini çekmiş, sırtındaki kürkünü çıkarıp kendisine giydirmiş ve onu Bursa’daki Çelebi Mehmed Medresesi’ne 50 akçe ile müderris tayin etmiştir. Fatih İstanbul’u fethettikten sonra Hızır Bey’i yeni başşehre kadı olarak tayin etmiştir. Kadıköy semtine bu adın verilmesi, bölgenin kendisine arpalık olarak tahsis edilmesiyle alakalıdır. Bkz. Mustafa Said Yazıcıoğlu, “Hızır Bey”, TDVİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), C. 17, İstanbul 1998, s. 413-414.
3. Aşıkpaşa-zâde, Tevârih-i âl-i Osman’dan Aşıkpaşa-zâde Târihi, Matbaa-i Amire, İstanbul 1332, s. 203.
4. İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2011, s. 224, 431.
5. İsmail Hami Danişmend, a.g.e., s. 298.
6.Salim Aydüz, “Sinan Paşa”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. II, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2008, s. 542.
7.II. Mehmed’in inşa ettirdiği medreseler olup, dini ve sosyal konularda yüksek eğitim vermek üzere sekiz medreseden oluştuğu için bu ad verilmiştir. Bkz. Fehmi Yılmaz, Osmanlı Tarih Sözlüğü, Gökkubbe Yay, İstanbul 2010, s. 561.
8. Orhan Keskin, Bütün Yönleriyle Sivrihisar, Eskişehir 2001, s. 294.
9.Salim Aydüz, a.g.m., s. 542.
10.Osmanlı medreselerinin, Haşiye-i Tecrîd Medreseleri adı verilen ilk kısmında hisap ve eşkâl-i tesis denilen hendese yani geometri ile kozmo- grafya okutuluyordu; Ali Kuşçu İstanbul’a geldiği zaman bu medrese derslerinden başka ayrı bir kurs açarak riyaziye okutmuştu. İşte Sinan paşa da Riyaziye öğrenmesi için bu kurslara öğrencisi Tokatlı Molla Lütfi’yi göndermiş ve o da öğrendiklerini hocası Sinan Paşa’ya öğretmiştir. Bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. II, TTK (Türk Tarih Kurumu) Yay, Ankara 1983, s. 595-596.
11. Uzunçarşılı Sinan Paşa’nın sadaret makamına gelişini 1478 olarak vermektedir. Bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s. 71.
12. Müverrih Âlî, Fatih Sultan Mehmed’in, hocası Sinan Paşa hakkındaki fena muamelesini kaydettikten sonra bu muamelenin, padişahın kemâli televvününe yani kararsız ve değişken tabiatlı olduğuna delalet ettiğini kaydetmektedir. Bu durumu Şakâik-i Nu’mâniyye ve diğer tarihi kayıtlar doğrulamaktadır. Bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s. 525.
13.Orhan Keskin, a.g.e., s. 295.
14.Salim Aydüz, a.g.m., s. 542-543.
15. Hamam, biri soğukluk biri kurnalı ve gömme küvetli, iki kubbeli mekanla, sıcak su haznesi üzerinde tonozdan müteşekkildir. Bkz. Orhan Keskin, a.g.e., s. 295.
16. Mevlânâ Mehmed Neşrî, Cihannümâ, (Haz. Necdet Öztürk), Çamlıca Yay., İstanbul 2008, s. 387.
17. Hasibe Mazıoğlu, ” Sinan Paşa”, İ.A. (İslam Ansiklopedisi), C. 10, MEB Yay, s. 667.
18. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s. 592.
19. Mertol Tulum, Yakarışlar Kitabı (Tazarru’nâme), TDV Ankara 2011, s. 22-23.
Yorum Yaz