Vakıflar, yüzyıllarca İslam toplumlarında sosyal, dini, kültürel ve İktisadi pek çok kurumun varlıklarını ve devamlılıklarını sürdürmesini sağlamıştır.
Sivrihisar Cami ve Mescit Vakıfları – 16. Yüzyıl
Hukuki bir sözleşme de olan vakıf; bir malın, ister menkul (taşınır) isterse gayrimenkul (taşınmaz) olsun, Allah rızası için insanların ya da daha geniş anlamı ile yaratılanların faydasına kullanılmak üzere tahsis edilmesidir. Bazı Türk ve İslam devletlerinde ve toplumlarında farklı şekillerde uygulama alanı bulan vakıflar, Osmanlı Devletinde de en ücra köy ya da mezradan, başkent İstanbul’a kadar geniş bir alanda, kimi zaman vakıf bir akar, kimi zaman da dini-sosyal Hayri bir kurum olarak hizmet sunmuştur.
1074’ten sonra Selçuklu/Türk hakimiyetine giren Sivrihisar, takip eden yıllarda Anadolu Selçukluları, Moğol / İlhanlı, Karamanoğulları ve ilki Orhan Gazi (757/1356), sonuncusu da, araya giren Karamanoğulları ve Timur sonrası yaşanan kargaşa ortamı sonrasında, I. Mehmet tahta geçtikten kısa bir süre sonra (818/1415), Osmanlı idaresi altına girdi. Osmanlı dönemi resmi belgelerinde Seferihisar, Seferihisar-ı Günyüzü olarak da kaydedilen Sivrihisar, 15. yüzyılda ve 16. yüzyılın ilk çeyreğinde Hüdavendigar Sancağı/Lirası’na bağlı bir nahiye, 1530’da da yine bu sancağa bağlı bir kaza olarak kaydedilmiştir. Sivrihisar’ın Hüdavendigar’a olan bu idari bağlılığı, 19. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir.
Nitekim o yıllarda da adı Seferihisar olarak kaydedilen bu kaza, 1271/1855 yılı Devlet Salnamesinde doğrudan Ankara Lirası’na, 1272/1856 yılına ait Devlet Salnamesinde de Bozok Eyaleti içinde yer alan Ankara Lirası’na bağlı gösterilmiştir. Kütahya Sancağına bağlı Eskişehir’in, 22 Mart 1331 /4 Nisan 1915 tarihli irade ile liva/sancak haline getirilmesiyle, Sivrihisar kazası, Mihalıççık ile birlikte Ankara’dan ayrılarak Eskişehir’e bağlanmıştır. Osmanlı resmi kayıtlarında, yukarıda da belirtildiği üzere Seferihisar olarak kaydedilen bu kazanın adı, en geç 1890’lı yıllardan itibaren Ankara Vilâyet Salnamelerinde Sivrihisar olarak kaydedilmiştir.
Sivrihisar’da, camiler ve mescitler için kurulan vakıflardan, günümüze ismi ulaşanların en eskisi, 13. yüzyılın ikinci yarısına, Anadolu Selçuklularına kadar gitmektedir. Sivrihisar’daki vakıfların en yoğun olarak kurulduğu ve faaliyet alanı en geniş olduğu dönem, hiç şüphesiz Osmanlı dönemidir. Nitekim 16. yüzyılın ilk yarısında, Sivrihisar merkezde, her biri birer vakıf eser olan iki cami, on bir mescit ve on iki zaviye bulunuyordu. Ayrıca hayrat olarak da tanımlayabileceğimiz bu vakıf eserlere, akar/gelir olmak üzere yine kaza merkezinde bir bedesten, beş hamam ve elli dört dükkan mevcuttu. Şemseddin Sami, Sivrihisar’ın oldukça mamur ve gelişmiş bir ticaretinin bulunduğunu belirtir; ayrıca çarşısı, rüştiye mektebi ve 1500 ciltlik kütüphanesi olduğunu kaydeder.
Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki 937/1530 tarihli 166 Numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Anadolu Defterinden Sivrihisar/Seferihisar (166 Defterin transkripsiyonunda Sifrihisar olarak okunmuş) Kazasına ait has, zeamet ve vakıf topraklar ve bunların gelirleri hakkında derli toplu bilgi sahibi olmaktayız. İcmal olarak tahriri yapılan bu defterdeki bilgilerden/verilerden kazanın, vakıfları ve bunların türleri ile diğer toprak tasarruf şekilleri içindeki oranı hakkında genel bilgi sahibi olmaktayız.
Sivrihisar’da iki tür vakıf karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri eşkincilü vakıflar, diğeri de amme/kamu hizmeti sunan vakıflar. Osmanlı döneminde de uygulama alanı bulan eşkincilü mülkler veya mülk tımarlar, miri toprak rejiminin hâkim olduğu bölgelerdeki uygulamaların aksine, devlet bu toprakların hakiki sahibi olmaya devam etmekle birlikte, kendisine ait her türlü vergileri toplama hakkını, bütün hayatı boyunca ve ölümünden sonra da mirasçıları tarafından mülk olarak tasarruf edilebilecek bir gelir halinde, bedeli karşılığında satmış, bağışlamış veya eşkincilü mülk olarak askerlere dağıtmıştır. Bu gibi mülk sahipleri sefere gitmeseler bile yerlerine daima zırh kuşanmış ve silahlanmış belirli sayıda asker yani cebelü göndermek mecburiyetindedirler. Bu hizmetler yapıldığı müddetçe, devlet bu tür mülk tımarlara müdahale etmemekte, bunlar diğer mülkler gibi serbestçe alınıp satılmakta, miras bırakılmakta ve sahipleri tarafından da vakfedilebilmektedir. Bu suretle, bir ailenin mülkü veya vakfı halinde tescil edilmiş olan bu gibi topraklar, uygulandıkları sahalarda ve dönemlerde sosyal ve siyasi bünyenin gelişmesinde önemli hizmetler yapmıştır. Eşkincilü vakıflar da bu tür toprak tasarrufu sonucu oluşan vakıflardır.
Sivrihisar’da dört köy (Vakf-ı Ahi Rüstem) bu tür vakıf statüsünde olup, kazanın toplam vergi gelirleri içindeki oranı %1,7’dir. Aynı dönemdeki diğer bir vakıf türü olan ve Osmanlı toplumunda ağırlıklı hizmet alanını oluşturan dinî-sosyal amaçlı ve amme/kamu yararına hizmet veren vakıflardır. Bu tür vakıfların kazanın toplam vergi geliri içindeki oranı da %14,8’dir. Her iki vakıf türünün toplam geliri, kaza genelinde %16,5’tir. Bu durum Osmanlı Devletinin genelindeki vakıf gelirlerinin yaklaşık ortalaması olan % 15-20 oranı ile uyumluluk göstermektedir.
Sonuç
Camiler ve mescitler, İslam toplumlarında sosyal ve dini hayatın merkezinde yer alan önemli kurumlardandır. Osmanlı döneminde de şehir merkezlerinden en ücra köylere kadar geniş bir alana yayılmış olan bu dini yapılar, çoğunlukla bir vakfın gölgesinde / hizmet alanında varlıklarını korumuşlar ve devamlıklarını sürdürmüşlerdir.
16. yüzyılda Hüdâvengâr Livasına bağlı bir kaza olan Seferihisar/Sivrihisar’da, başta Anadolu Selçukluları dönemi yapılarından olan Câmi-i Kebir/Ulu Cami ya da binişinin ismi ile de anılan Emînüddin Mikâil Camii olmak üzere, farklı dönemlerde yapıldığı anlaşılan camilerin ve mescitlerin isimlerine, vakıf tahrir defterinde rastlanmaktadır.
Sivrihisar merkezde ve köylerde, her biri için çeşitli vakıfların kurulduğu bu dini yapılardan 6’sı cami, 15’i de mescit vakfıdır. Hiç şüphesiz Sivrihisar’daki camilerin ve mescitlerin tamamı bunlardan ibaret değildir. Burada sayıları, yukarıda ayrıntıları verilen camiler ve mescitler, kendileri için vakıf kurulan dini yapılardır. Bu dini yapılar için kimi şehir içinde kimi köylerde çeşitli dükkan, hamam, ev, değirmen, çiftlik, arazi, çeltik tarlası gibi gayrimenkullerle, bilhassa Kanuni döneminden itibaren yaygınlık kazanan menkul olarak paralar, akar/gelir olmak üzere vakfedilmiştir. Bir bakıma vakıf hayrat ve vakıf akar/menkul – gayrimenkul birlikteliği ve birbirlerini destekler mahiyetteki varlıkları, hem Sivrihisar’ın imarına, hem de buradaki vakıf hayratın ve hizmetlerin devamlılığına büyük katkı sağlamıştır.
Sivrihisar’da da, diğer Osmanlı şehir ve kasabalarında olduğu gibi, sosyal, dini ve kültürel alanlarda sunulan pek çok kamu hizmeti, merkezi hazineden/devletten ayrılan ödeneklerle yerine getirilmemekte; yereldeki hayırsever şahısların kurdukları vakıflar ve vakfettikleri akarlarla yerine getirilmekteydi. Hiç şüphesiz geçmişteki benzer uygulamalardan, günümüze de örnek olabilecek pek çok uygulama çıkarmak mümkündür. Vakıfların gücünü ve etkinliğini artırmak, toplum içinde yeniden yaygınlığını ve saygınlığını kazandırmak bunlardan biridir.
***
Hüseyin Çınar – Sh. 37
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE SİVRİHİSAR
Zafer KOYLU – Haşim ŞAHİN
Sivrihisar Belediyesi Kültür Yayınları -2-
Yorum Yaz