Sivrihisar’da Asker Vedası
Yolculuğa iki gün var. Fatma Hanım, Kazım ve Küçük Hakkı şadırvanın karşısındaki dükkânlarda alış veriş ediyorlar. Askere gidecek delikanlı için gerekli olan bavul vb. ihtiyaçları tedarik ediyorlar.
Küçük Hakkı; dayısı ve anneannesi alışveriş ederken kavafiye dükkânlarındaki ayakkabıları, sarraftaki incili küpe, cebe, sarı sarı altınları, bakırcıdaki ibrikleri, leğenleri, hallaçtaki kepenekleri, sarkacıdaki cepkenleri inceliyor, bazen onlardan geride kalıyordu.
Dayısı
-Haydi… Hakkı yürü… Geride kalma! İkazında bulunmak zorunda kalıyordu.
Çarşıdaki alışveriş bitmiş, eve dönüş zamanı çukur hanın önünden yağcılar arastasından geçiyorlar. Şırlan (haşhaş) yağı, susam yağı, tahin kokusu birbirine karışıyordu. Arnavut kaldırımlı sokaklardan yürüyerek eve ulaştılar.
Biraz dinlendikten sonra Fatma Hanım Ayşe’ye;
– Kızım ağabeyin esvaplarını getir. Bavuluna yerleştirelim diyerek seslendi.
Tahta bavulu ıslak bezle güzelce sildi, kuru bezle kuruladı. Dibine büyükçe tülbent bezi serdi. Kendi elleriyle ördüğü tiftik fanilayı, yün çorapları, eldivenleri, pamuk kumaştan diktiği göyneği, tumanı sırayla yerleştiriyordu. Bir yandan için, için gözyaşı döküyordu.
Çanakkale de şehit düşen eşi Bekir Efendiyi hatırladı. Onu nasıl askere uğurladığı, nasıl vedalaştığı aklından çıkmıyordu. Kazıma seslenerek:
-Oğlum müsait bir saatte yakınlarımızı ziyaret ederek, vedalaşsan olmaz mı? Dedi.
Kazım;
-İnşallah anacığım. İkindi namazı camiye gideceğim. Namaz sonrası başta Bahri hocam ve cemaatle helalleşip, vedalaşacağım. Yakınlarımla bugün ve yarın tek, tek vedalaşırım diyerek cevap verdi.
Abdest hazırlıklarına başladı. Namaz vakti de yakındı. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra Elmalı (Hacı Eskici) Camii’nin yolunu tuttu. Ezan okunmadan camiye ulaştı. Bahri Hoca sarık ve cübbesini giymekle meşguldü.
Selamlaştıktan sonra Kazım;
-Hocam tesbihattan sonra cemaatle helalleşerek vedalaşmak istiyorum. Cemaate hatırlatır mısınız. Dedi.
İkindi namazı eda edildi. Tesbihattan sonra Bahri Hoca;
-Ey cemaati Müslim’in! Mahallemizin gençlerinden Fatma hanımın oğlu Kazımı bir iki gün sonra askere uğurlayacağız. Dünya ve ahrete ait haklarınızı helal eder misiniz? Diye üç defa tekrarladı.
Cemaat yüksek sesle her seferinde;
-Helal olsun, helal olsun, helal olsun diye cevap verdi. Kısa bir duadan sonra mihrapta Bahri Hoca, sağından itibaren cemaat ayakta sıra oldu.
Kazım tek, tek büyüklerin ellerinden öperek, küçüklerle musafaha yaparak kucaklaştı. Bu sırada cemaatten bazıları çevre (mendil) içinde yardım maksadıyla bir miktar parayı kimisi eline, kimisi ceketinin cebine koyuyordu. Helalleşti veda ederek camiden ayrıldı.
İşte yemeniciler arastasındaydı. Yemenici ustası Ahmed’in dükkânındaydı. Kazım Ahmet ustanın yanında kalfa olarak çalışıyordu. Ustası, kalfa Fazlı, çıraklar Hamdi ve Dilaver tarafından çok seviliyordu. Ustasını onu titizliği, el çabukluğu, öğrenmeği ve öğrendiğini başkasına öğretmeği vazife bildiği için takdir ediyordu.
Kalfa ve çıraklarda dürüstlüğü, yardım severliği, cömertliğini bilir ve taltif ederlerdi. İnşallah asker dönüşü ustasından müsaade alıp, ahi geleneğine uygun olarak kendi yemenici dükkânını açacaktı.
Kazım Selam vererek Ahmet Ustanın dükkânına girdi. Ahmet Usta çıraklara, büyüklüklerine göre çek ulu ayak, ulu ayak, garson, zenne gibi ayakkabı kalıplarını öğretiyordu.
Ahmet Usta sözünü yarıda keserek, Kazımın selam aldı.
– Hoş geldin! Kazım ustam diye iltifat etti. İskemleyi işaret ederek buyur diye oturmasını arzu etti. Hal hatır sorduktan sonra Kazım ziyaret sebebini beyan etti.
Ahmet Usta çırak Hamdi’ye;
-Koş çay ocağından bizlere çay söyle dedi. Çaylar geldi, içildi. Ahmet Usta sohbete başladı mı herkes onu pür dikkat dinlerdi. İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında asker olduğunu, nasıl terhis edildiklerini, nasıl tekrar askere alındıklarını, hicaz da muharebe ederken sağ bacağını nasıl kaybettiğini, İngilizler tarafından esir edildiğini bir çırpıda anlatırdı.
Bu sefer bunları anlatmadı. Fakat dükkânda bulunan herkes onu can kulağı ile dinliyordu. Ne diyeceğini merak ediyordu. Ahmet Usta söze şöyle girdi.
– Bak oğul asker ocağı peygamber ocağı, askerliğe iyi sarıl. Komutanlarına karşı gelme, kendine dikkat et. Seni askere götüren melekler, geri getirsin.
Önce Allah’a sonra komutanına emanet ol. Arkadaşların hayırlı olsun. Güle, güle git, güle, güle gel. Ustanın her duasından sonra herkes Amin diyordu. Ahmet Usta asasına dayanarak ayağa kalktı. Kazımı kucakladı, iki gözünden öptü. Kazımda ustasının iki elinden öptü, helallik istedi.
Ahmet Usta
– Oğul! hakkım ananın ak sütü gibi helal olsun. Dedi ve kalfası Fazıla;
– Fazıl arkadaki çıkını getir diye seslendi. Ahmet Usta Kazıma ve evde bulunan herkese ayaklarına uygun ölçüde birer çift yemeni, birazda harçlık hazırlamıştı. Kazım kalfa Fazıl, çıraklar Hamdi ve Dilaver ile helalleşerek, vedalaştı.
Ustasının dükkânından duygu yüklü, gözleri nemlenerek ayrıldı. Vedalaşmak için esnaf arkadaşlarının dükkânlarını ziyaret etti. Vakit epey ilerlemişti. Akşam ezanı okunmak üzeriydi. Şadırvanda abdestini tazeledi. Cami-i Kebire (Ulu Cami) yöneldi.
Yusuf Mesut KİLCİ
Eğitimci-Yazar
Yorum Yaz