Çanakkale Savaşı ve Müthiş Oyun
İngiltere’nin attığı adımlara bakıldığında, bu adımlar atılmadan yıllar önce mükemmel planlar yapmış olduğu görülür. Sömürgeleştirme politikanın en mühim neticelerinden biri de ”bedava vurucu ve kendi bedeline ölecek güç” temin etmesidir. Bunun en canlı örneği Çanakkale savaşında görülecektir. İngiltere ve Fransa saflarında savaşan askerlerin büyük ekseriyeti sömürgelerden getirilmişlerdir. Onların tamamı tehditle silah altına alınmış ve cepheye sürülmüşlerdir.
Eğer savaşmazlarsa, savaştan kaçarlarsa ülkelerindeki ailelerinin öldürüleceği söylenmiştir. Onlardan Müslüman olanlar, karşılarındakilerin Müslüman oldukları fark edilmesin diye hemen her zaman ilk hücumda cepheye sürülmüşlerdir.
Şayet Çanakkale’deki kayıpların tamamı İngiliz vatandaşı olmuş olsaydı, yani İngiltere’den gelenler olmuş olsaydı, bugün İngiltere diye bir devlet olmazdı. Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesi gibi İngiltere de tarihten silinirdi, 250 bin kişi ne demek? Bu kadar sayı bir değil birkaç devletin çekirdek kadrosudur,
Çanakkale de savaşın uzatılması ve bütün savaş âletlerinin, hatta kullanılması suç olan kimyasal silahların kullanılarak Osmanlı ordusunun biçilmesi, hep “müthiş oyunun” bir parçasıdır.
İngiltere Osmanlı Devletini ve Hilâfet Müessesesini En Büyük Engel Görüyor
Asya ve Afrika kıt’alarındaki işgalleri esnasında İngiltere şöyle bir tablo ile karşılaşmıştı: İşgal ettikleri topraklarda yaşayan Hristiyanlar, Yahudiler, putperestler, Mecusiler İngiliz hakimiyetini tanıyorlardı. Ne var ki bu topraklar üzerinde yaşayan Müslümanlar bir türlü işgali kabullenemiyor, elde silah cihat ediyorlardı. Paranın ve silahın kâr etmediğini gören İngiliz idaresi bu kıyamın sebebini araştırmaya karar verdi. Bu vazifeyi de İngiliz Müstemlekat nazırı (Sömürgeler Bakanı, daha sonra Başbakan) olan Gladiston (Gladstone) üstlendi. Gıladiston işgal ettikleri topraklar üzerinde geniş çaplı bir araştırma yaptı ve sonunda Müslümanları ayakta tutan gücü iki madde olarak tespit etti:
1- Kur’ân-ı Kerim
2- Hilâfet Müessesesi…
Raporunu İngiltere avam kamarasında açıklayan Gladiston, senatörlere hitap ederken ne yapıp edip hilafet müessesesini ortadan kaldırmak gerektiğini söyledi. Daha sonra Kur’ân’ı eline alıp senatörlere göstererek şöyle dedi:
“Bu Kur’an Müslümanların elinde oldukça onlara hâkim olamayız. Ne yapıp etmeliyiz, ya Kurân’ı ortadan kaldırmalıyız yahut Müslümanları ondan soğutmalıyız. Bir de hilafet müessesesini mutlaka ortadan kaldırmalıyız.”
İngiliz hükumeti o tarihten itibaren planlar üretmeye başladı. En büyük hedefi Osmanlı Devleti idi. Bu devleti tarih sahnesinden silmeden Asya ve Afrika da kökleşemeyeceğini, orta-doğuyu ve buradaki zengin petrol yataklarını ele geçiremeyeceğini görmüştü. Osmanlıyı yıkmakta yetmeyecekti. Hakimiyetlerinin pekişmesi için en büyük rakibi olan Hilâfet müessesesi ortadan kaldırılmalıydı. Bu yapıldığı takdirde Müslümanlar “başsız” kalacaklardı.
İngiltere o tarihten itibaren, tarih boyunca hile, entrika ve desiseleriyle meşhur olan Yahudilerle ve onların komiteleriyle işbirliğine girdi. İngilizler, “Yahudileri kullanıyoruz”, Yahudiler “İngilizleri kullanıyoruz” diyorlardı. Şu bir vakıaydı; Her iki milletin de müşterek düşmanı Osmanlı devleti idi ve bu devleti yıpratmak, tarihten silmek için hep el ele çalıştılar.
Osmanlı Devletine en ağır darbe vuran hâdiselerden biri olan, 93 harbi, yani 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının perde gerisinde bu iki hilekâr millet vardır. Onlar politika sahasındaki ifadeyle “ayı” olarak gördükleri bu “kaba kuvvete sahip” Rusları tahrik ederek Osmanlı devletine saldırtmışlardı. Savaşın ardından imzalanan Berlin Anlaşması ile (1878) Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakıldı. Balkanlarda Osmanlı toprakları dağıtıldı. Sırbistan, Romanya, Bulgaristan ve Karadağ, Osmanlı devletinden ayrıldı. Bosna-Hersek Avusturya- Macaristan tarafından işgal edildi. İngiltere fırsatı ganimet bilerek Kıbrıs’a el koydu.
İngilizlerle Yahudiler El Ele
İngilizler ve Yahudiler, 93 harbi ile Osmanlı Devletine öldürücü darbeyi vurduktan sonra, hilâfet müessesesini yıkmak için de harekete geçmiş ve bunun için elbirliğiyle “31 Mart hâdisesini” tezgahlamışlardır. Gerçi bu planın icracısı olarak perde önünde İttihat ve Terakkici ihtilâlciler gözükmektedir, fakat gerçekte perde gerisinde İngiliz hükümetiyle Yahudiler ve Yahudilere bağlı çalışan Mason teşkilatları vardır.
13 Nisan 1909’daki (31 Mart 1325) bu hâdise öyle sıradan bir hadise değildir. Neticesi itibariyle bütün İslam dünyasını, bütün Ortadoğu’yu ilgilendirecek bir dizi gelişmelere başlangıç teşkil eden bir hadiseydi. Günümüzde artık bu hâdisenin arkasında İngilizlerle Yahudi komiteleri olduğu belgeleriyle ortaya çıkmıştır.
Aradan hayli zaman geçmesine rağmen hâlâ en çok tartışılan konulardan biri de şudur: “Birinci Dünya savaşına girmeseydik, bu haller başımıza gelmezdi. O günün idarecileri bizi zorla harbe soktular, sonunda işte bu hallere düştük, koca Osmanlı devleti yıkıldı, vs…”
Şimdi bu görüşe bir nokta koyalım ve herkesin bildiği bir hikayeyi hatırlayalım: Kurtla kuzu hikayesini… Malumdur, kurdun biri dereden su içmekte olan kuzudan biraz ileride su içmeye başlamış. Az sonra, “niçin suyumu bulandırıyorsun?” diye öfkeli öfkeli kuzuya sormuş.
Kuzu bütün masumluğuyla; “İyi de sonradan gelen sizsiniz. Hem siz suyun üst başında duruyorsunuz. Ben sizin suyunuzu bulandıramam ki! ”Kurt bu defa kendisine itiraz edilmesine daha da kızmış ve “Öyleyse senin annen geçenlerde suyumu bulandırmıştı” demiş ve kuzuyu yemiş.
İşte bu hikayedeki gibi, Hristiyan devletlerle, o tarihte henüz devleti olmayan Yahudiler, el ele vermiş, “Osmanlıyı yeme” üzerine bir plan yapmışlardı.
“Ayının 10 türküsü varmış. Onu da armut üzerineymiş” diye bir söz var. Dünya siyasetinde dessaslıklarıyla ön plana çıkmış olan bu iki milletin bütün planları da “Osmanlıyı yıkmak” üzerineydi.
Yorum Yaz