Kadını Adamdan Saymadılar.
Özellikle son yıllarda “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramının gündeme gelmesi kadın hakları açısından sevindirici bir gelişmedir. Yıllar önce Sabancı Üniversitesine başvurumun kabul edilmesi üzerine Mor Sertifika (Toplumsal Cinsiyet) Programı’na katılmış ve bir eğitimci olarak sorumluluğumuzun tahmin ettiğimizden daha büyük olduğunu görmüştüm.
“Cinsiyet” biyolojik olarak kadın-erkek ayrımını anlatırken “toplumsal cinsiyet” kısaca kadın ya da erkek olmaya bir toplumun ya da kültürün bakış açısını, o cinsiyete yüklediği anlamları, rolleri ve beklentilerini ifade eden bir kavramdır. Ancak kadına ve erkeğe yüklenen, yakıştırılan âdeta yapıştırılan bu roller; toplumdan topluma ve zamandan zamana değişmektedir. Yani geçen zaman içinde “toplumsal cinsiyet” inşa edilmeye devam eder. Mesela vaktiyle ev işleri tamamen kadına izafe edilirken bugün ev işlerini eşiyle birlikte yapan, çocuğunun öz bakımıyla yakından ilgilenen bir erkek profili de kendini göstermeye başlamıştır.
İşin sosyolojik boyutunun yanı sıra bir de “toplumsal cinsiyet” kapsamında karşımıza “cinsiyetçi dil” kavramı çıkar. Cinslerden birini dışlayan, ötekileştiren, yok sayan ve önemsiz gösteren ifadeler, bu kavrama giriyor. Cinsiyet ve dil dendiğinde bazı dillerdeki “masculin-feminin”, “müzekker-müennes” gibi erkeklik-dişilik ayırımlar da akla gelmektedir. Mesela Arapçada “muallim-muallime” kelimeleri, her ikisi de öğretmen demekse de biri erkeği, diğeri kadını ifade eder. Yine mesela Almancada “Lehrer-Lehrerin” kelimeleri de aynı mantıkla erkek ve kadın öğretmeni karşılar. Bu ayrımlar “cinsiyet eşitsizliği” anlamına gelmese de cinsiyetçi bir bakış açısının ifadesidir.
Türkçemizde ise erkeklik-dişilik gibi ayrımlarla sözcüklere cinsiyet yüklenmez. Hâl böyle iken günümüzde “cinsiyet eşitliği” gerekçe gösterilerek hiçbir bilimsel dayanağı olmadan bazı kelimelerin hedef tahtasına oturtulduğunu üzülerek izliyorum. Mesela “adam”… “Bilim adamı” değil “bilim insanı”, “iş adamı” değil” “iş insanı” olmalıymış. Tamamen iyi niyetlerle üretildiğini düşündüğüm ancak aslında kadını “adam”dan saymayan, “adam” yerine koymayan bu tür söylemler; cinsiyet eşitliği değil, tam tersine en büyük ayrımcılık ve eşitsizliktir. “Adam” kelimesi birilerine sadece “erkeği” çağrıştırsa da aslında kelimenin temel anlamı aksini söyler.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne baktığımızda “adam” kelimesinin temel anlamının, yani sözlükteki 1 numaralı anlamının “insan” olduğunu görürüz. Ve 9 anlamından sadece 2’si “erkek” cinsiyetini karşılamaktadır. “Birinin yanında bulunan ve işini yapan kimse / nazını çeken kimse / görevli kimse / iyi huylu, güvenilir kimse” gibi hiçbir cinsiyete işaret etmeyen tamamen “insani” bir sözcüktür “adam”.
Hatta günümüzden geriye gidelim, bir de Şemseddin Sami’nin Kâmus-ı Türkî’sine bakalım. Sultan II. Abdülhamid Han’ın himayelerinde Türk dili ile ilgili çok değerli çalışmalar yapmış Şemseddin Sami’ye ait bu eser, günümüzde sözlük denince akla ilk gelen ve önemini hâlâ koruyan sözlüklerden biridir. Osmanlı Dönemine ait bu sözlük, acaba sadece erkeklere mi “adam” demiş, görelim. Geçmişimizi “toplumsal cinsiyet” bağlamında beğenmeyen modern (!) “adamlar”; bugün kadını “adam”dan saymayıp “adam”ı sadece erkeklikle ilgili algılayadursun, yüzyıl önce onlardan daha ileri bir bakış açısının olduğunu söyleyebiliriz.
Kamus-ı Türkî’de kelimenin 4 manası var. Ama hiçbirinde “erkek”lik vurgusu ve anlamı yok. Kısaca “İnsan / insaniyetli, mürüvvetli kişi / memur / birinin yetiştirdiği taraftar” anlamlarına gelmektedir. “Âdem oğlu” ibaresinin ise manası “mürüvvetli insan” dır. “Adamcasına” kelimesi de “İnsaniyete yakışır surette, insaniyetle” demektir. Yani “adam” deyince akla “erkek” cinsi değil, tamamen “insanı insan yapan değerler” gelirmiş.
Kâmus-ı Türkî’den bir yüzyıl daha geriye gidelim isterseniz. Yok yok, iki yüzyıl! Hayır, üç yüzyıl! Ya da en iyisi daha da geriye gidelim. Bakın, Kaygusuz Abdal Adem’i nasıl tanımlamış: “Bu âdem dedikleri / El ayakla baş değil / Âdem manaya derler / Sûret ile kaş değil” O hâlde ne demekmiş âdem? “Mana” demekmiş. Tasavvufi açıdan sayfalarca şerh edilebilecek bu şiirde yoruma meydan bırakmayacak gerçek; “âdem” in fizikî özelliklerle değil, tamamen “mana” ile ilgili oluşudur.
İnsanlığın Hz. Âdem’den gelmesi gibi “adam” da “Âdem” kelimesinden gelmektedir. Hz. Âdem’den bahsederken “ilk erkek” demeyiz mesela, “ilk insan” deriz. Nitekim yine Kamus-ı Türkî, “âdemiyet” kelimesini “beşeriyet / insana yakışır hâl, insaniyet” olarak açıklamaktadır. Türk Dil Kurumu da 1. anlamına yine sözcüğün insani yönünü getirmiş ve “insanlık” demiştir.
Kelimelerin sözlüğe geçişi ve sözlükteki anlamları elbette kullanılışla ilgilidir, yani masa başında belirlenmiyor bu anlamlar. Ciddi bir saha çalışması ve derlemenin ürünüdür sözlükler. Yine Türk Dil Kurumunun Atasözleri ve Deyimler Sözlüğünde “adam” kelimesi geçen toplam 60 adet atasözü-deyimin hiçbirinde “adam” erkeği karşılamıyor. Diyelim ki son yıllarda sözlük anlamından bağımsız olarak “adam” denilince akla “erkek” geliyor. O zaman da şunu sormak lazım: Acaba kimlerin aklına geliyor? Bir algı mühendisliği ile sözde kadın hakları savunuculuğu yapılıyor. “Adam” ı “cinsiyet eşitliği” ne aykırı görmek ve “erkeklikle” özdeşleştirmek; kadını dışlayan, ötekileştiren “cinsiyetçi” bir tutumun ta kendisidir, hatta kadınlığa atılmış bir tokattır. “Adam”ın bu kadar da üstüne gelinmez ki canım!
“Toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında en büyük saldırı; manevi değerlerimize, dinimize yapılmaktadır. Bütün erkeklere “En hayırlı mü’min; eşine karşı ahlâkı en iyi olandır.” ve bütün evlatlara da “Cennet anaların ayakları altındadır.” diyerek kadını ulvi bir makama taşımıştır Hz. Muhammed (SAV). Altıncı yüzyılda söylenmiş “Bütün insanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir.” hadis-i şerifi ise sadece toplumsal cinsiyet bağlamında değil, insan hakları çerçevesinde değerlendirildiğinde de insanlığın, günümüzde dahi henüz bu seviyeye ulaşamadığı gün gibi aşikârdır. “Bütün insanlar” hiçbir etikete bakılmaksızın bir tarağın dişleri gibi eşittir. O halde sosyal bir yara olan kadına şiddet, kendini “Müslüman” olarak nitelendiren coğrafyalarda yüreklere nasıl korku salıyor? Bu ne yaman çelişkidir! Adı üstünde “çelişki”. Bu yaman çelişki; değer erozyonunun, İslam’ın ruhundan kopuşun acı neticelerinden başka bir şey değildir.
Kadına yönelik şiddet ve ötekileştirme; ahlâkın çöküşü, manevi değerlerin kalplerden silinişi, insanlığın yok oluşudur. Oysa bizi tek nefisten yarattığını buyuran Rabbimiz “İnanan erkeklerle inanan kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar” gibi hitaplar ile kadın ve erkeği yan yana getirerek onlara aynı sorumluluğu yüklemiş, aynı müjdeyi vermiş; onları hassas bir terazide birlikte değerlendirmiştir.
Dinimizi, değerlerimizi, kelimelerimizi; kafalarındaki ayrımcılığa perde yapanlara sorsanız, Fransız devriminin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile aydınlanmışlardır(!) Oysa İnsan Hakları Beyannamesi’nde “insan” dan kasıt -daha çok- “erkekler” dir. İşte bu yüzdendir ki Olympe de Gouges adlı bir kadın, devrimden iki yıl sonra, 1791’de yayımladığı bildirisinde; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ndeki haklara kadınların da sahip olması gerektiğini savunmuştur. Sonuç: Olympe idam edilmiştir. Yani kadınlar “adam” sınıfına girebilmek için ağır bedeller ödemiştir medeni(!) Batı’da.
Ne iniz ne ciniz, tıpkı erkekler gibi beni Adem’iz. Hem de evelallah “adam gibi adamız”. Fakat heyhat, kadını “adam” dan saymadılar! Yine de “adam” lık bizde kalsın! İlla birilerine “adam değil” diyecekseniz hainlere, milleti alçakça vuran darbecilere deyin. Mazlum halkların gözyaşlarını dert edinmek yerine “Adam sen de!” diyenlere deyin. Adamına göre davrananlara, cin olmadan adam çarpanlara, kalıbının adamı olmayanlara deyin. Sınırlarımız ötesinde kurulan tuzakları Mehmetçiğimizin bozmasına bozulanlara deyin. Allah’ın celalinden değil, kulun celalinden korkanlara deyin.
“Allah’ın adamı”yız çok şükür. Ve adamın kıymetini ancak adam bilir. Şairin de dediği gibi “Âdeme âdem gerektir âdem etsin âdemi / Âdem âdem olmayınca âdem netsin âdemi”.
Selam ve dua ile…
Feride Turan – 31 Ocak 2018
Yorum Yaz