İslam’da Reform Olmaz!
Cenab-ı Hakkın âdeti, gönderdiği hak din tahrif olduğunda, onu hevasına yaslanmış filozoflar eliyle düzeltmek değildir. Vahyine istinat eden peygamberler eliyle düzeltmektir. (bazı ilahiyatçı ve Ankara okullular hiç değil. M.A )
Eğer şeriat-ı Muhammediye S.A.V, bahsettikleri gibi, uydurulmuşu ile yer değiştirmiş olsaydı, Allah, onu düzeltmek için bu mugalatacı reformistleri değil, her zaman olduğu gibi, ismet sahibi peygamberlerini ve vahyini gönderirdi. İslam’da bu yüzden reform olmaz. Çünkü nübüvvete iman bu düşüncenin makuliyetini reddeder. Akıl vahye ayar çekemez. Vahiy akla ayar çeker.
Yeniden bir peygamber gelmeyeceği de nassı Kur’an’la sabit olduğuna göre, o halde bu din, hak bir fırka tarafından istikamet üzere kıyamete kadar yaşanacaktır, yaşanıyordur, yaşanmıştır. Hep de, böyle kalacaktır. Bozulmadan devam eden cadde budur. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin dayandığı hak meslek budur.
Yani: Cenab-ı Hakkın, ardından bir daha peygamber göndermeyeceğini haber verdiği Hatemü’l-Enbiya Aleyhissalatü vesselam’ın dinini, ilk kaynadığı yerden son akacağı yere kadar, tahrifattan da koruyacağıdır.
Bunun bir ucu peygamberin ismeti ise diğer ucu da Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin hadis-i şeriflere bakışıdır. Dikkatidir. Adaletidir. Güvenidir.
Şu pınar, Asr-ı Saadetten ahir zamana bulanmadan akacaksa / akıyorsa, sırrı Cenab-ı Hakkın “Şüphesiz o Zikri biz indirdik. Onun koruyucusu da elbette biziz!” garantisidir. Bu garanti, sadece Kur’an’ın lafızlarını değil, dinin istikametle anlaşılmasını ve yaşanmasını da kasteder.
Din yanlış yaşandıktan / anlaşıldıktan sonra onu öğretmek için gelen lafızların korunmasının ne anlamı vardır? Evet, Cenab-ı Hak, Son Peygamber Hz. Muhammed’e gönderdiği hak dinini kıyamete kadar istikamet üzere koruyacaktır. Hem zaten koruyordur. Hem zaten korumuştur. Modernistler/reformistler istemese bile…
Kur’an Allah’ın kelamı olması cihetiyle çok manalar barındırması ile denizden çıkarılan çeşit çeşit kıymetli cevherler gibi her meslek ve meşrep sahibi Kur’an’ın deryasından güzel cevherler çıkarmışlar ve kitaplarında neşretmişler, sohbetlerde anlatmışlar.
Yüzlerce alim, kitleleri güzel hakikatlerle aydınlatmış zamanla birçok alimin müntesipleri azalarak kaybolmuş, azdan çoğalarak değil, çoktan azalarak dört mezhep etrafında toplanılmış. Bu asrın uleması da Kuranı okumuş anlamaya çalışmış ve çıkardığı mücevherleri teşhir etmiş.
Fakat ne hikmetse bir zümre bu eski alimlerin eserlerini beğenmeyip Allah’la kulun arasına girenler diyerek şirk olarak görmüşler. Herkes kendi Kur’an’ını kendisi okusun öğrensin deyip içtihat etmişler. (insan sayısınca alim çıkaracaklar)
Kendileri ben yazdığım tefsirin sonuna geldim işte şu kadar cilt tefsir yazdım şu kadar kitabım var o mevzu şu kitabımda anlatılıyor demiş. Fakat nasıl olduysa Allah’la kulun arasına girmeden şirke bulaşmadan becermişler.?
Başkasına yasak kendilerine serbest, tabi kendileri Kur’an talebesi diğerleri nefislerine göre yazmışlar. Modern zaman işgüzarlarının meallerin karşısına oturup işkembelerini şaklatarak “Bize Kur’an yeter!” demelerinin hiçbir anlamı yoktur.
ALINTIDIR
Yorum Yaz