Nasrettin Hoca

Hocanın Gülen ve Güldüren Yüzü

Nasreddin Hocanın dersleri ömre değer! 

Her dersin birer hocası var diye biliyoruz. Matematik, dil, fen, din, beden, müzik, resim… Hayatımızda ne lazımsa veya ne lazım değilse, bizi bu konuda eğitecek ve öğretecek birer hocamız var. Hatta ister istemez önümüze her yerde birer akıl hocası çıkıyor. Bununla birlikte hepimizin çoğu zaman göz ardı ettiği hocaların babası olan insanlık tarihi bizlere bir şeyler öğretmeye çırpınıyorsa da, bir türlü ders aldığımız yok. Zulüm, sefalet, adaletsizlik, yalan, rüşvet, tembellik, namussuzluk, savaş gibi nice imtihanlara yenik düşüyoruz.

Peki bütün bu söz ettiklerimin karşısına çıkıp da tek taraflı, yüzeysel, sonradan görme, kibirli tavırlarına gülecek, bunlarla alay edecek bir hoca çıkmasın mı tarih içinde? işte İslam Medeniyetinin ortak Nasreddin Hoca, Cuha, Nasrudin hodza’sı var.

İsminin anlamı ‘dine yardımı dokunan’ Arap Dünyasını, İran’ı, Turan’ı gezmiş ta Balkanlar’ı görüp yerleşmiş bir unsur olarak bazen üstün bir zekayla, bazen de saflıkla, bazen de sert eleştiri ile tüm yenilgilerimize gülüyor. Bir taraftan Mujo, Suljo, Fata, Hersekli, Karadağlı, Temel, Reis, Fadime, Karadenizli gibi yerel fıkra kahramanlarımızın (belirli bölge insanının mantalitesiyle ilgili beslediğimiz önyargılarla birlikte) yanında sınırlı ufuklarımıza, önyargılarımıza, saflığımıza, mal mülk peşine düşüşümüze gülen ve bunları yüksekten değil, tam aksine, aramızdan, halkın içinden eleştiren, hayatımızı da, dinimizi de farklı olanlara karşı tavrımızı doğrulayan bir Nasreddin Hoca var.

Bu yüzden hepimiz arada bir Nasrettin Hoca ile özdeşleşerek onun tavrını alsak kendimizi daha iyi hissetmez miyiz? Resepsiyonlarda, resmi toplantılarda, sergi açılışlarında, resmi veya gayri-resmi mal-mülk, takı, araba, marka gösterişi amacıyla düzenlenmekte bulunan etkinliklerde ‘Ye, kürküm, ye’ diyesim geliyor ama Hoca kadar cesur değilim. Ve sıra ile etrafımızdaki eşeklerin yüzüne kaç defa gebersin dedik de bulundukları ahırdan çıkıp sırf korkutmak için söylediğimizi itiraf ettik? İşlerimizin yoğunluğu nedeniyle kaç defa şafaktan önce horoz gibi öterek kendimizi ve etrafımızdakileri uyandıracaktık? Yaşlanmakta olduğumuzu hazmedemeyerek, yaşlar ilerledikçe sırf bir yaş küçük kardeşleri değil, çocuklarımızı da yaşıt olarak görmeye başlamıyor muyuz?

Önümüze bir şey isteyen çıkınca o kişiyi değil de elinde olan ufacık şeyi istediğini anlatmaya gücümüz var mı? Rızkımızın dayaktan ibaret olduğunu açıklamaya kalkıştık mı ki alıştığımız rızkı veya kısmeti almaya devam ediyoruz. Tehditlerimiz tam Nasreddin Hoca’nın tehditleri, elimizde bir şey yok fakat itiraf edemiyoruz. Pişmiş kelleden et götürürsek, dişlerini bahane bulup önümüzdekine sergiliyoruz. Elin öküzünden daha çok kendi buğdayımıza üzülmeye devam ediyoruz. Yanlış eşeğe ters bindiğimizde etrafımızdakileri eşeğin ters durduğuna inandırmak daha az onur kırıcı değil mi? Eşeklere seçim hakkı versek sepetlerimizde tezekten öte bir şey olmaz.

Her çeşit kıyametin büyük balıklara sorulduğunu, büyük balıkların da var olduğunu biliyoruz, meğer görmezlikten geliyoruz. Büyük balığın, pardon padişahın ihsanının tek bir altından ibaret olamadığını yüzüne söylemeyince bir altınla dayak arasında çırpınıp duruyoruz. İnce hesap yapmaya kalkışsak da ya Saraybosna çocuklarının dediklerini yapıyoruz ya da çekilip gidiyoruz.

İster güzellik, ister zenginlik, ister mizaç, ister akıl, ister ilim bakımından her iki tarafı görmeden kime acıyacağına karar verme. Derin mevzulara girince ‘Kime görünürsen görün, sadece bana görünme’ demek için yüksek derecede yürek ister. Karı koca ilişkilerini bir tarafa bırakın, iş, meslek, kültür hayatı ve bilmem hangi durumlarda bunu söylesek kendimizi daha rahat hissetmez miyiz? Komşularının kendi karısı hakkında eleştirilerini yanıtlayarak ‘bir gün bizim eve de uğrar’ demesiyle milletin ağzını kapatmasın mı?

Makam arabasıyla dolaşan ve milletin iyiliği için parmak bile oynatmayanlara kağıt tabanlı terlik değil de ayakkabı hediye etmek isterdim. Zaten yıllarca koltuklarından kalkmıyorlar, devlet bütçesine israf olmasın. Nasreddin’in de, sobanın dahi korktuğu kadın var da o kadın olmak var. Bilgisizliğin ve ilgisizliğin asıl gaye göstergesi olduğunu geç anlıyoruz. İş işten geçtikten sonra yoksa başlangıçta gün gibi ortadadır. “Elini ver” ile “Elimi al” arasında doğru tercih elverişli olur.

Bana sorulursa vermeye alışmış olmayan kurtulmasın. Yine de tercih meselesine gelince kimin yüzmeyi bildiğine ait kararımız önceden bellidir fakat ne yazık ki farklı farklı kişilerle gemiye binip gemiyi de üstüne bindiğimiz kimseleri de batırıyoruz. Ders kitaplarıyla çocukları uyutuyoruz diye kitaplarımızı aynı şekilde sıkıcı ve uyutucu yazaduruyoruz. Öküzün boynuzları arasına oturmak gibi saçma hırslarımızın peşinde acı çekiyoruz ama istediğimizi yerine getiriyoruz. Allah’a olan borcunu ödemeyenlerden insanlara olan borçlarını ödemeleri bekliyoruz. Buna dikkat etmeye başlasak, işlerimiz de yola girecek.

Evlerde insanla elek, aile babasıyla bilgisayar, evin çocuğuyla televizyonun yer değiştirdiğine alıştık artık gözümüze bile batmıyor. Karşıdakini biz zannedip ona selam verdiğimizde artık şaşırmıyoruz. Bir tehditle karşı karşıya geldiğimizde hava tebdiline çıkan ölü olduğumuza inanıyoruz. Toplumdaki görev payımızı ağlarken bırakıp horlamaya devam ediyoruz. Yazdıklarımızın da okunmaz, anlaşılmaz, çözülmez olduğunu bildiğimiz halde kendimizi fasulye gibi nimetten sayarak yazmaya ve yazamadıklarımızın karşılığını talep etmeye devam ediyoruz.

Önümüzde biriken toprak yığınını ne yapacağımızı bilmeyerek yeni çukurlar kazıp biriken toprakları sığdırmaya çalışıyoruz, önümüzde hep yeni kazımalar ve yeni toprak yığınları. Uzun vadeli planlar eksikliğinden bıkmadık mı? Düşüp kalkamadığımızda kâseyi bulmak için etrafa bakınıp sıcak çorbanın hala elimizde olduğunu düşünmüyor muyuz? Tavuğun aklına ve rehberliğine güvendikten sonra kendini balık zannetmek bile makul sayılıyor, iştahtan başka bir şeye sahip olmadığımız günleri de gördük.

Bir iş için gerekenlerin bir arada bulunduğu zamanlarda oradaki yokluğumuzun farkındayız. Bosna’ki Nasreddin, Balkanlardaki reayayı Türkleştirerek abdest alabilmeleri için ayakkabılarına kadar getirmiş, zamanımızda aktüel dizilere bakılırsa Anadolu’ya geçme zamanı geldi. Velhasıl, kötü durumda iken iktidarın bize sunduğu teklifler arasında ‘ben altını alıp, kuşağıma koyup, eşeğe binip, koyunları da önüme salarak bağa gidip orada senin için Allah’a dua etmeye gideceğim’ diyeceğimiz kadar zekamız parlak olsun.

Nasreddin Hoca’dan ders alamayanlar ise kendi kulağını ısırmaya çalışarak boynu ve başı kırık hükümlere varmak zorunda olacaklar. Vesselam!

Kaynak: Eski-Yeni Şehir Kültür Dergisi
Bosna Hersek’in Gülen ve Güldüren Yüzü Nasreddin Hoca
Amina Siljak-Jesenkovic, Saraybosna Üniversitesi Turkoloji Bölümü Öğretim Görevlisi

nasreddin hoca minyatur zaten inecektim - Hocanın Gülen ve Güldüren Yüzü

Eskişehir – Sivrihisar

Yorum Yaz

Yorum göndermek için buraya tıklayın

Web Site Hakkında

Sivrihisar Web Medya

Sivrihisar Şehrengizi

sivrihisar sehrengizi 1 - Hocanın Gülen ve Güldüren Yüzü

Gönül Dağı Dizi Film

dizi