GÜNAY’ın GÖZÜNDEN…
Bu insanlar neden Sivrihisar’da yaşadı ve buradan ayrılmadı, onları buraya çeken ne idi ve bu insanlar neden Sivrihisar’ı çok seviyorlardı? Şimdi akıllıyım diye gezen insanların Sivrihisar sevgisi ne kadar? İnanın onlar kadar yok.
Onlara yaptığımız eziyetler karşısında dahi onlar Sivrihisar’ı terk etmediler. Sivrihisar’da yaşamaları, Sivrihisar’ın özü ile paylaşımı açısından çok önemliler. Bence bu insanları burada tutan maddi yönden ziyade kuvvetli manevi bir bağ vardı.
Ne kadar yıpranmış, örselenmiş olursa olsun, bu gönül erlerini memleketimiz SİVRİHİSAR sıcacık kavramıştı. Bu bakımdan onların mantıksızlıklarında bile başka bir mantık aranır, anlaşılmaz davranışları dahi düşündürücü, uyarıcı, ibret verici bulunurdu. Çoğu zaman, onların deli mi, veli mi olduğu bu sebepten tartışılırdı.
Sivrihisar’da yaşayan bu insanlar toplumun sevimli birer parçası idiler. Toplum dışına asla itilmediler. Tam tersine, hayatın bir neşesi ve Allah’ın bir vesilesi sayıldılar. Bu sevgi atmosferi mi sakinleştirirdi onları, bilemiyorum… Fakat bildiğim bir şey varsa o da Hakıkların asla kötü olmadıkları, saldırganlık yapmadıkları ve zarar vermedikleridir. Onlar ilçemizin apayrı ve bambaşka renkleriydiler. Hakıklar halkın gönül tahtında yerlerini almışlardır. Ve bizi onların veli olduklarına biraz daha inandırıyorlar.
Onlar SİVRİHİSAR’ ın sembolleri… Onlar günlük hayatımızın parçası, birer abidesi olmuşlar. Öyle ki, onlar bize tarihin mirası olarak kalmışlardır. SİVRİHİSAR ve SİVRİHİSAR’lının yaşamından, kültüründen gelmişlerdir. Anıları dilden dile yayılmış, birer efsanedir onlar.
Hiçbir ülkede, hiçbir vilayette ve hiçbir ilçede görülmeyen bu sevda SİVRİHİSAR’ da sınırları aşmış durumda… Zaman zaman onlarda bir cevher görerek, onları “Veli” yerine koyduğumuz olmuştur.
Çocukluğumuzda yanlarından geçerken bile korktuğumuz, büyüyünce onlara takılmaktan ve onları kızdırmaktan kendimizi alamadığımız “HAKIKLAR”, Sivrihisar’ın kültür mozaiklerinden birisidir. Kültürü; bir milletin yaşadığı hayat olarak kabul edersek, Sivrihisar hayatından “HAKIKLAR”ı da söküp atmak mümkün değildir. Millet; zenginiyle, fakiriyle, ağasıyla, beyiyle, delisiyle, velisiyle, millettir.
Sorumlu olduğumuz ve bir türlü bitiremediğimiz dünya işlerini; geri kalan akıllılara devredip, deliliğin o harika çekim kuvvetine sığınmak; çok özel bir şey olmalı…
Akıllı olmak zor iş! Doğal sürecin, farkında olmadan, kendilerine özel davranışların çocuksu sahiplenmesi ile yaşarlarken; akıl eğitim almış, aklını geliştirmiş biz insanlar; her an doğal olmayan deliliğin taraftarı olabiliriz. Ağır adamlığın, unutulmuş gülmelerinde, anlaşılmayan ezber hayatlarının değişmez debelenmelerinde; akıllı kalmak zor iş! Ve şimdi deli olma zamanı…
Deli; kelime anlamı ile Mecnun, yani aklını yitirmiş, aklını her zaman yerinde ve gereği gibi kullanamayan demektir. Yerinde duramayan gençlere delikanlı demişiz, daha çılgınına delifîşek. Aşkımızı, tutkumuzu belirtmek için deli divane olmuşuzdur.
Delilik aslında ruhumuzda var. Yani sırf onlar deli değil. Onlara şiir yazılması (Mürsel PAZARKAYA), onları türkülerde yaşatmak istememiz (Necati DEMİR) ve onlara kitap yazarak ölümsüzleştirmemiz (Necmi GÜNAY) delilik değil mi? Varsın delilik olsun. Bu ruh bizde de var. Aslında onları tanıdıkça, öğreneceğimiz daha çok şey var bu hayatta. Onlar bizim delilerimiz ise aynı zamanda da değerlerimizdir.
“SEVGİ” Yunus Emre felsefesinin özüdür. Canlı, cansız tüm varlıklar sevgi ile beslenir. Ne demişti Koca Yunus; okuduk ötürü Pazar eyledik götürü Yaratılanı hoş gördük Yaratan’dan ötürü”
Engin hoşgörünün bu topraklarda yüzyıllar boyu hüküm sürmesine neden olan düşünce biçimidir. İşte Sivrihisar’a yakışan da bu engin hoşgörüdür. Sevmeyi bilen yaşamanın kıymetini, mutlu olmayı da bilir.
Koşulsuz karşılıksız sevince her şey kendiliğinden yoluna girer. Çıkar sevgilerinin arttığı, anne babaların bile çıkarlar için sevildiği, birbirimize selam verip, alırken korkarak verilip alındığı, insanların her şeyde bir kötülük aradığı bir zamanda yaşıyoruz. Bu zamanda sevmeyi bilene “sevmek” en değerli hediyedir.
Birçoğumuz yaşamımızda akıllı rolü ile deliyi oynarız. Bir kısmımız da deli rolü ile akıllıyı oynarız. Sizce hangisi daha mantıklı…
Akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol, dünya senin kahrını çeksin!
SON SÖZ
Peki, kimdi onlar? Neden çok seviliyorlar? Neden kültürümüzün bir parçası olmuşlardı? İşte bu sorulara cevap bulmak için bu kitabı derledim. İşte benim HAKIK’lara olan sevdam. Bu sevdanın bitmesini istemediğim için Onları yazarak ve ölümsüzleştirerek geleceğe taşımayı düşündüm. Delilik aslında ruhumuzda var. “Onlara kitap yazmam delilik değil mi”? Varsın ben de deli olayım.” Onlar bizim değerlerimiz, onları tanıdıkça bu hayattan öğreneceğimiz daha çok şey var.
Dedik ya, Sivrihisar’ın gülleriydi onlar. Ama koklamasını bilene. Her birinin kendine has tavırları, konuşmaları, sevecen esprileri, davranış biçimleriyle karşısındakini güldürmesini bilen ilçemiz insanıyla özdeş yaşam biçimleri hafızalarımızda hala canlı durmaktadır.
Kaçımız hatırlarız yaşamımıza dair geçmişte kalan birçok olayı acaba? Mehmet, Hasan ve Kemal yaşam biçimleriyle bizlere hayata dair bir şeyler mi anlatmışlardı. Biz onların yaşamından ders mi çıkarmalıydık.
Aşık Mehmet’e sorduğunuz bir soruya zekice ve kıvrak espri ile cevap vermesi, acaba bizlere sakın “Nasreddin Hoca”’yi unutmayın mı diyordu?
Hakıkların tek korkuları birbirlerinden ayrı kalmaları idi, onların birbirlerine olan sevgisi, sadakati acaba “Yunus Emre” yi de hiç unutmayın mı diyordu. Ünlü mısraları tam onlara uyarlanmıştı sanki. “Sevelim, Sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz” gibi…
Hakıkların çöllerde kervanlar gibi arkalı önlü gezmeleri ve gezmeyi çok sevmeleriyle “Evliya Çelebi”yi mi anlatıyordu acaba?
Sinemada boş beşik filmini izlerken çocuğu kapan kartala gösterdiği duyarlı tepki ve vicdanının sesini açığa vurarak ayakkabısını fırlatması; “Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush’a ayakkabı fırlatan Iraklı bir gazeteci” nin Iraklıların kalbini nasıl gururla doldurmuşsa, bize bu olayı yıllar önce yaşatan Hasan’ın o hareketiyle güzel bir benzetme olduğunu düşünürüm. Hasan bazen bizim dışa vuramadığımız ve olaylar karşısında tepki veremediğimiz anları iç dünyasından dışarı taşırarak bize güzel bir ders vermiştir.
Kimi zaman derdini ve sevincini eline aldığı sazıyla anlatması, acaba” “Emrah”, “Karacaoğlan” ve “Âşık Veysel”i de unutmayın, dinleyin mi diyordu?
Âşıkların birbirlerinden ayrı kalmaları belki de hayattaki korkularının ilk başta gelenidir. Birbirlerine olan sevgisi, birlik ve beraberlikleri, olaylara yaklaşımları ve hoşgörüleri günümüz toplumunda kaç kişide mevcuttur. Acaba bu hoşgörü anlayışıyla “Mevlana”yı da unutmayın mı diyordu?
Oysa bu hoşgörü, sevgi, saygı ile hayata gülerek tebessüm etmeyi, bazen boş vermeyi, yaşama dair bazı değerlerin içimizden yok olduğunu, eksildiğini, bunları kaybetmememiz gerektiğini ve farkında olmadan bize acaba “Hacıbektaş”’! mı anlatıyordu?
El arabasıyla kendi yarattığı dünyası ve bilinçaltında yaşayamadığı çocukluğunu mu yaşıyordu dersiniz. Çoğumuz çocukluğumuza özenmedik mi? hepimiz o yaşlara dönmek istemedik mi?
O insanlarda hayata dair her şey vardı, çilekeş yaşamlarında bir defa olsun hayata küsmediler, aynı neşe ve coşku ile hayatı alabildiğince özgür yaşadılar. Sivrihisar’daki yaşamları ve hayata bakış açıları hiç değişmedi.
Bir varmış bir yokmuş misali Mehmet, Hasan ve Kemal yaşadıkları gibi bu dünyadan göçtü gittiler. Sivrihisar’ımıza damgasını vuran yaşam biçimleriyle fark yaratan insanlar olarak hep anılacak ve hafızalarda hep yaşayacaklardır.
Sivrihisar’ın simgesi olmuş kardeşliği, birlik ve beraberliği paylaşmış ve hayat mücadelesinde birbirlerini asla yalnız bırakmamışlardır. Hakıklar eserleriyle değil yaşam tarzları ve birliktelikleriyle tüm insanlığa ve özellikle Sivrihisar insanına örnek olmuşlardır.
İnanır mısınız onları çok özlüyorum… Onlarsız Sivrihisar’ın ne tadı, ne de tuzu var. Şehrin şirinliğini bile beraberlerinde götürdüler. Halkın onlara her şeye rağmen verdiği değer ve sevgiyi asla göz ardı edemem. Onlarla bir oldular onlarla bütünleştiler, yeri geldi onlar gibi yaşamaya, yeri geldi konuşmaya bile özendiler. İlçem halkına bu kahramanlara gösterdiği ilgi ve hoşgörü için ne kadar teşekkür etsem azdır.
Hakıkların ömürleri boyunca kimseye hiçbir zarar vermeden karşılıksız bir ömür sürdüğünü, üçünün ömrü ve yaşam tarzı hep birbirine paralel devam ettiği ve akli özrü olmayanların bile arkalarında böylesi konuşulacak malzeme ve hatıra bırakamadıklarını gördükçe onlar gözümde ve gönlümde daha da büyümektedirler.
Her şeyin başı sevmekle başlar. Japon düşünür Masumi Toyotome; “Three Kinds of Love” (Sevgi üç çeşittir) adlı kitabında sevgi ve sevginin şekilleri üzerine şöyle demiştir.
Dünyada üç tür sevgi vardır. Bunlar; “Eğer”, “Çünkü” ve “Rağmen” dir.
Birincisi: “Eğer” türüdür. (Karşılık bekleyen sevgi) “Sevenin, istediği bir şeyin sağlanmasına karşılık olarak vaat edilen, beklentiler karşılanırsa vereceği sevgidir. Bir şarta bağlıdır, örnek;
—Eğer iyi olursan baban, annen seni sever.
—Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.
—Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.
Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Ama sevgi giderek nefrete dönüşür. En saf olması gereken anne-baba sevgisinde bile “Eğer” türüne rastlanmaktadır.
İkincisi; “Çünkü” türüdür. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Örnek;
—Seni seviyorum. Çünkü güzelsin ya da yakışıklısın,
—Seni seviyorum. Çünkü popüler, zengin veya ünlüsün,
—Seni seviyorum. Çünkü beni arabanla romantik yerlere götürüyorsun.
Sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayreti ve rekabet girer. “Çünkü” türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz, güven duygusuna yer yoktur. “Çünkü” türü sevgi, kalıcılığı konusunda insani hep kuşkuya düşürür.
Ve işte sevgilerin en gerçeği!…
“Üçüncüsü ise “Rağmen” sevgi türdür”. Bu tür sevgide, insan “Bir şey olduğu için” değil, “Bir şey olmasına rağmen” sevilir.
Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Buna “rağmen” sevilebilir. Kusurlarına, cahilliğine, iyi veya kötü huylarına “rağmen” olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebilir. “Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur”. “Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir.”
Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak çok zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Sürekli olarak yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Herkes “Rağmen” sevgiyle sevilmek ister. Herkes kusurlarıyla, eksikleriyle, hatalarıyla olduğu gibi sevilmek ister; “Ama iş sevmeye geldiği zaman çok az kişi “Rağmen” sevgiyle sever.
İşte Sivrihisar ve Sivrihisarlılar da HAKIK’ları “rağmen sevgi” türünde sevmiş, onları bağrına basmışlardır. Bu karşılıksız sevgileri için onları tanıyan, onlarla yaşamın bir dakikasını paylaşan, onlarla en küçük bir anısı olan, hatta onların ismini duyduğunda onları hayal edebilen ve bu kitabı okuduktan sonra bile onları “rağmen” sevecek gelecek kuşak insanlarına içten sevgi ve saygılarımı sunarım.
Dünyadaki en büyük kıtlık, ‘Rağmen’ türü sevginin yeterince olmayışıdır!
“Hayatınızda “Rağmen” sevdiğiniz kaç kişi var?”
Sevgi; insanı insan yapan, hırstan, kibirden, bencillikten kurtaran erdemdir.
SAYGILARIMLA
Necmi GÜNAY
Sivrihisar’ın Gülleri Hakıklar – 2014
Necmi bey tebrikler çok güzel olmuş emeğinize sağlık ,teşekkürler