Fecrin Işıkları ve Uyanış
Kötülükleri iyiliklerine galip gelmiş bugünkü Batı medeniyeti, onu var eden tahrik edici gücün her gün biraz daha zayıflaması yüzünden hızla itibar kaybediyor. İnsanlık, ruhen ve vicdanen aydınlandıkça, maddi başarı tutkusu ve teknik ilerlemelerle içine düştüğü sarhoşluğun, ondan neleri alıp götürdüğünü de kavradı.
Şimdi bu modern insan, geçici bir dünya saadetine kavuşmak amacıyla rüşvet verdiği değerlerin, toplum için ne anlama geldiğini nihayet anlamaya başladı. Toplum bilimciler ise kaybedilen bu değerlerin, insanlığa yeniden nasıl kazandırılabileceğinin yollarını araştırıyor.
Ancak bu uzun süren değersizlik ve edepsizlik çağının insan ruhunda ve toplumsal yapıda açtığı yaraların kolay kolay onarılamayacağı gerçeği de ortada duruyor. Bugün çok az toplum, bu yaralarını tedavi etme şansına sahiptir. Çok şükür ki biz o şanslı toplumlardan biri, belki ilkiyiz.
Bu zalim ve azınlığın mutluluğunu esas alan çağdaş medeniyetin, asrın başında sahiplerini belirlemek amacıyla dünyamıza yaşattığı hadiseler, karmaşalar ve savaşlar, bizi ister istemez mazlumlar safına itti.
Birinci Dünya Savaşı’nda biz yenilerek mazlumlar safında yer aldık.
Bu kirli medeniyetin banileri ve sahipleri olmaktan korunduk. Elimiz, vicdanımız ve yüzümüz ak kaldı. Bu paylaşımda onlara karışık bir mazi, bize şanlı bir gelecek düştü. Bununla birlikte çağın getirdiği materyalist (maddeci) tahribatı, diğer bütün İslam halklarından daha derin ve daha köklü yaşadık.
Bir gecede, bütün bir milleti sıfır okuryazar haline getirerek, geçmiş kültürümüzle insanlarımız arasına aşılması mucize gerektiren tağuti bir duvar ördük. Ve ne yazık ki bunu da çağdaşlık, insanlık ve gelişme adına yaptık. İnsanlarımızı, bu tahribatın gerekliliğine inanmaya zorladık.
Okullarda dinimiz, geleneklerimiz ve inançlarımız, ilkel toplumların sosyal kaideleri diye telkin edildi. Çocuklarımız, inançtan ve toplumun asırlarca dokuyup geliştirdiği manevi bağlardan koparıldı. Bu bağların yerine ikame edilmeye çalışılan prensipler ise kötü bir transplantasyon (organ nakli) neticesinde vücuda eklenen yabancı uzuv gibi hep dışa atıldı.
Toplum kendisine giydirilmek istenen cinnet gömleğini reddettikçe, bu toplumun daha da çıldırdığına delil sayıldı. Sonunda gömleği giydirmek isteyenler ile gömleği, giymeye zorlanan toplum arasında güvensizlik baş gösterdi. Kendisini devletin sahibi zannedenler, milleti potansiyel hain, toplum ise kendisini idare edenleri ‘sadist gardiyanlar’ gibi algılamaya başladı.
Bu baskı ve propagandalar sonunda üç tip insan ortaya çıktı.
Birincisi, kendisine yöneltilen her hareket ve ilgiyi tepkiyle karşılayan tepkiciler. Bunların ne idarecilere ne de devlete inancı kalmıştır, Faraza bin yıl geçse ve bin türlü yönetim şekli uygulansa bu insanlar hep ret diyecek ve muhalefette kalacaklardır.
İkinci kesim ise bu tazyikin getirdiği şokla katiline hayranlık duyar bir psikolojiye bürünmüştür. Bunların durumu rehin alınan genç kızın zamanla kendisini kaçıran teröriste âşık olmasına benziyor. Bugünkü rejim sevdalıları bu türdendir.
Diğeri ise aklını hâlâ koruyabilmiş, işlerin yanlış gitmekte olduğunun farkında olan bir kesim. Hastalığın farkındalar, teşhislerini yapmışlar, ancak bu yanlış gidişatın hangi yöntemlerle ondan kaldırılabileceği konusunda ihtilaf halindeler. Bizi gelecek konusunda ümitvar olmaya sevk eden de bu kesimdir.
Bazı tutucu uzlaşmazcılara rağmen, toplumda kesimler arası hızla bir yakınlaşma süreci başladı, birbirimizi anlama dönemine giriyoruz. Elbette ki uzun yıllara dayalı tortular ve kamplaşmaların hemen ortadan kalkmasını beklemek mümkün değildir. Sonra, toplumu bu cinnet mustatiline kadar sürükleyen kurum ve anlayışlar hâlâ ayakta olup, menfilik üretmeye devam ediyor.
Bununla birlikte toplumun üst kurumlarında ve özellikle aydınlar arasında bir yakınlaşma söz konusu… Söz gelimi Bediüzzaman’ı bugüne kadar ağızlarına almaktan korkan bazı kesimler, onu inceleme ihtiyacı duyuyor. Elbette aydınlarımızın yaklaşımlarında hâlâ menfilik ve ürkeklik hâkim, ama en azından anlamaya çalışıyorlar. Aleyhine deliller geliştirmek için bile olsa aydınların İslam gerçeğini ve Bediüzzaman’ı incelemeleri, mühim bir gelişmedir.
Yusuf Kaplan’ın da işaret ettiği gibi önümüzdeki medeniyet algısının inşasında ve yapılandırılmasında Bediüzzaman’ın fikirlerinin ve yaklaşımlarının çok büyük rolü olacaktır.
Uyanış!
“Beşerin ruhu aydınlandıkça, (beşer yani insanlık), bu medeniyeti elde etmek için neler feda ettiğini kavrayacak ve yeniden onları elde etmeye yönelecektir.” Ve gerçek saadetin, ya marifet-i tam, ya medeniyeti âmm veya insaniyet-i Kübra olan İslamiyet ile gerçekleşeceğini söylüyor.
Medeniyetin güzellikleri olan insanî değerler arttıkça, eğitim yaygınlaştıkça, insanları birbirinden uzak tutan tabular yıkılacak ve birbirimizi aynalarımızda göreceğiz. O zaman metaı en sağlam olan, pazarı kapacaktır. Yeter ki insanlık çarşısında fikirler ve düşünceler serbest bir rekabet ortamında yarışma imkânı bulabilsin.
İnanıyoruz ki tanışmayı, kaynaşmayı engelleyen fikrî ve taassup duvarların yıkılacağı, selim aklın hükümran olacağı bir gelecekte, Kur’an karşısında direnebilecek hiçbir düşünce, doktrin kalmayacaktır. Bu fecrin ilk ışıkları başımızı okşamaya başladı bile…
Elbette ki biz küfrün ortadan kalkacağını söylemiyoruz. İnsanların birbirine tahammül edebilecekleri çağlardan söz ediyoruz. O altın şafağın başladığı yıl 2014’tür. Biz buna hazırlanmak zorundayız.
O çağa bizi götürecek merdiven üç basamaklıdır. Birincisi cehaleti yenmek, İkincisi beşerin müşterek malı olan medeniyet nimetlerini yaygınlaştırmak ve üçüncüsü maneviyatımızı kaybetmeden maddeten terakki etmektir.
Alıntı Kaynak: Hayat Yay. 2019 – Sah. 69-72
MUHAMMEDİ BİLİNÇ
Kainatta çekim yasası denen bir yasa vardır. Bu yasanın diğer bir ismi kuantum fiziğidir. Çekim yasasına göre içinizden geçirdiğiniz duygular ve düşünceler, benzer duygu ve düşünceleri çeker. Üzüntü daha çok üzüntüyü, mutluluk daha fazla mutluluğu çektiği gibi.
Ama insanlar bu gerçeği bilmedikleri için başlarına gelen her şeyi Allah’ın üzerine atmayı adet edinmişler. Bu gerçek Yunus Suresi 44. ayette şu şekilde açıklanmıştır; “Allah insanlara zerrece zulmetmez. İnsanlar kendi kendine zulmeder”
Peki bu gerçeği Müslümanlar biliyor mu? Hayır ama dünyayı yönetmek isteyen Siyonistler bu gerçeğin farkındalar. Bu yüzden, negatif enerji ile beslenen güçler kan, kin, nefret, öfke ve gözyaşı ile sizdeki üzüntü enerjisini açığa çıkarmak için türlü entrikalar çevirirler. Yalan yanlış haberlerle sizleri üzmeyi ve endişeye kaptırmayı amaçlarlar.
Size mutsuzluk umutsuzluk ve kaygı enerjisi yaydırarak, önce negatif kişilikler sonra alt sinerjiyle negatif toplumlar sonra da üst negatif sinerjiyle negatif küresel enerjinin oluşmasını sağlarlar. Bunu yaparken kullandıkları en büyük argüman ise medya organlarıdır.
Bunu yapmalarının sebebi, negatif varlıkların, insanlardan ortaya çıkan bu negatif enerjiyle beslenmesidir. Onların besini mutsuzluk umutsuzluk endişe ve kandan çıkan enerjidir. Evet, bizler ilk önce sadece bedenden oluşmadığımızı aynı zamanda enerjiden de oluşan varlıklar olduğumuzu idrak edeceğiz.
Dünya denen bu yerin asıl yerleşim yerimiz olmadığını geçiş yeri olduğunu idrak edeceğiz. Bunu idrak ettiğimiz vakit, olumsuz düşünceler bir bir yok olup gidecek. Bu adımdan sonra insanlar zahiri ve batını harmanlamayı ve sıratı müstakim üzeri yaşamayı öğrenecekler.
Ne ruhbanlar gibi sadece ahir dünya için yaşayacaklar ne de modern köleler gibi zahir dünya için yaşayacaklar dengede kalacaklar. Evet. Uyanış çoktan başladı, nasibiniz varsa çok yakında sizin bilincinizde uyanacak inşallah. Bu bilincin yani Kalp ve arınmış beyin harmanının adı Muhammedi bilinçtir.
Maalesef ki şu anda yeryüzünde negatif sinerjinin fazla olmasından mütevellit deccal bilinci yaygın. Ama unutmayın ki pozitif enerjiler, toplumsal olarak harekete geçtiğinde ve sinerjiye dönüştüğünde, her şey bambaşka olacak.
Ş. TEK
Yorum Yaz