– Eskişehir’in Kültürü Hakkında –
Eskişehir, gelenek ve görenekleri, yerel dilinde barındırdığı kendine has özlü sözleri ve deyimleri, yöresel yemekleri, el sanatları, gösteri sanatları, yöresel kıyafetleri, inançları, bayramları; folklorik olarak hayatın geçiş dönemi uygulamaları olan doğum – düğün – ölüm – sünnet – askerlik adetleri, ninni, mani, türkü, bilmece, tekerleme, masal, efsane gibi edebi ürünleri, Nasreddin Hocası, Yunus Emre’si vd. gibi alim, bilgin ve bilim adamları, evliyaları ve onlara ait menkıbeleri, hanları, hamamları, çeşmeleri, tarihi evleri ve kültürel mekanlarıyla unutulmaması ve yaşatılması gereken tarihi bir kültür şehridir.
Eskişehir, Anadolu’nun kavşak noktalarından birinde oluşu, tabiatının bahşettiği güzellikleri ve coğrafyasıyla asırlar boyunca önemli yerleşim yerlerinden biri olma hüviyetini hep muhafaza etmiştir. Günümüzdeki yerleşim yerinin bulunduğu topraklarda olmasa da, yerleşim yeri Eski Çağlardan beri tarihi seyrin akışı içerinde, değişik adlarla bu coğrafyada varlığını daima muhafaza etmiştir.
Öyle ki yapılan arkeolojik araştırmalarda Seyitgazi yolu üzerinde, günümüzden 40.000 – 12.000 yıllar öncesinin bulgularına rastlanmıştır. Eski Çağlardan sonra Yazılı Dönemler olarak adlandırılan M.Ö. 1200’lü yıllardan itibarense bölge daha da önem kazanacak ve Roma ile Bizans imparatorluklarının Doğuya açılan kapısı mahiyetiyle önemini arttırarak sürdürecektir.
Türk dünyası içinse farklı bir değere sahiptir Eskişehir. Selçuklu döneminden başlayarak Battal Gazi’den Nasreddin Hoca’ya, Yunus Emre’den Sücaeddin Veli’ye uzanan erenlerin ve velilerin yuvası olan bu coğrafya, bizler için Osmanlı’nın devlet oluşuna giden temel harcının konulduğu “Karacahisar Kalesi’nin” fethiyle farklı bir değer kazanmıştır. Yörenin, tarihi seyir içinde, Türk devletlerinin güçlenerek kuracakları hakimiyetlerden çok önceleri yerleşim yeri olarak pek çok devlete ve medeniyete kucak açtığı bilinir ama 12. yüzyıldan itibaren artık kültürümüzün bir parçası olarak milletimiz için daha bir önem taşır hale gelmiştir.
Burada üzerinde durulacak noktalardan bir başkası ise, tıpkı Osmanlı devleti gibi Türkiye Cumhuriyetinin temel taşlarından birinin, İnönü ve Sakarya Savaşlarıyla, bu yörede atılmış olmasıdır.
Zaman Eskişehir’e başkaca görevler yükleyecektir. Osmanlı devletinin çözülmesiyle başlayan süreçte İmparatorluğun çeşitli coğrafyalarından başlayan göçlere en fazla kucak açan yörelerin başında Eskişehir gelecektir. Böylece kent, temel kültürel yapı içerisinde benzer ama yöresel farklılıkların bir araya geldiği bir yerleşim merkezi hüviyeti iktisap edecektir.
Osmanlı döneminde tarım hayatının merkez noktalarından olan Eskişehir, Cumhuriyet ile birlikte bu defa bir başka öncülüğü “sanayileşme öncülüğünü” yüklenme göreviyle karşılaşacaktır. Bir süre sonra ise İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde merkezleşmiş bulunan üniversite hayatında Anadolu’ya açılan yeni kapı hüviyeti ile öne çıkacaktır. Böylece Eskişehir çeşitli milli ama yöresel farklılıklara sahip yapısına yeni bir katman daha ilave etmiş oluyordu.
Yüzyılların gerisinden günümüze uzanan kültürel yapı içerisinde, bir çoğu tahribe uğramış olsa da, hâlâ önemli taşınmaz kültür varlıklarına sahip bulunduğunu unutmaksızın Eskişehir’in ülkemizin önemli kentlerinden biri olduğu, vazgeçilmez bir gerçektir.
Eskişehir’in Sosyal Yapısı
Seyyahların büyük bir kısmı 19. yy’ın ilk yarısında Eskişehir’i ölü, cansız ve dikkati çekmeyen bir yer olarak tarif etmişlerdir. Şehrin fiziki yapısındaki bu geri kalmışlık, insanlar arasındaki ilişkilerin geleneksel bir anlayışla şekillenmesine sebep olmuştur. Bu bağlamda, sosyal dokunun belirlenmesinde şehrin ileri gelen kanaat önderleri etkili olmuştur. Nitekim demiryolu hattının Eskişehir’e ulaşması ile etnik çeşitlilik ve bu dönemde tahıl üretiminin getirdiği zenginlik, sosyal yaşayışta belirli bir canlanma olmuştur.
Roman Oberhummer ve Heinrich Zimmerer’in Eskişehir ile ilgili izlenimleri, yeni sosyal görüntünün anlaşılması açısından önemlidir. İki seyyah, Eskişehir’e ikinci gelişlerinde caddelere hakim olmuş canlı ve renkli bir hayat gördüklerini belirtmişlerdir. Tren istasyonuna doğru uzanan yol üzerinde, isimleri Rumca olan otel ve lokantaların yapıldığını aktaran seyyahlar, burada Madam Tatia’ya ait, oldukça iyi bir otelin olduğunu ve Avrupalılara Asya’nın derinliklerinde kaliteli bir hizmet verdiğini ifade etmişlerdir. Benzer şekilde Ahmet İhsan da Servet-i Fünun gazetesinde yayınladığı bir yazıda, bir Avrupalının işlettiği ve Avrupa kıt’asındaki ülkelere özgü Kontinental adlı bir otelin varlığından söz etmektedir.
Otellerin tren garının bulunduğu caddede açılmış olması, şehirdeki sosyal değişimin hangi noktadan başladığını gösteren manidar bir örnektir. Yine de Müslüman yerli halk, bir süre daha bu sosyal değişimin uzağında kalmış ve kendi geleneksel hayat tarzını devam ettirmiştir. II. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde ülkeye yayılan özgürlük atmosferinin bir sonucu olarak sosyo-kültürel dokunun değişimi hızlanarak devam etmiştir.
20. yy’ın başında geleneği ve modemi bir arada yaşayan Eskişehir ile ilgili en dikkat çekici sosyolojik gözlemler, Türklük üzerine araştırmalar yapmak için 1913 yılında Anadolu’ya gelen Dr. Bela Horvath’a aittir. Horvath, Eskişehir’in 20 yıl önce bir köy olduğunu, ancak şimdi hızla büyüyen bir şehir görünümü aldığını, sokakların gazla çalışan lambalarla aydınlatıldığını, caddelerin her iki yanında yüksek binaların sıralandığını ve dükkanlarda Avrupa mallarını bulmanın artık mümkün olduğunu ifade etmiştir.
***
Kaynak: 81 İLDE KÜLTÜR ve ŞEHİR – ESKİŞEHİR VALİLİĞİ YAY.
Yorum Yaz