En Büyük İhmalimiz Kendimiz! İhmal, önemsememe, ilgi göstermeme, boşlama, önem vermeme anlamlarına gelir. Fakat bunların ötesinde de bir anlamı daha vardır: “Unutmak”
Evet, unutmak genelde hep ihmal ettiklerimizi unuturuz. Önemsemediklerimizi, geriye attıklarımızı unuturuz. Bir arkadaşımızın doğum gününü önemsemezsek defalarca söylemesine rağmen unuturuz. Randevumuzu ihmal edersek unuturuz. Hayatımıza şöyle bir baktığımızda ihmal ettiğimiz, önemsemediğimiz, ötelediğimiz ya da hep gerilere attığımız o kadar şeyler var ki.
Hayatın koşuşturmasından dolayı unutkan olduk diyoruz. Unutkanlığımız hayatta çok şeyi ihmal ettiğimizden kaynaklanmaktadır. Bu ihmallerimizin, önemsemediklerimizden ilgi duymadığımızdan ve önem vermediklerimizin başında da “Kendimiz” gelir.
“Nasıl kendimiz gelir? Her gün aynada gördüğümüz, hissettiğimiz, yedirdiğimiz, içirdiğimiz bedenimizi nasıl ihmal ederiz, önemsemeyiz?” diyebilirsiniz. Evet, gerçekten söylediğiniz gibi bedenimize çok iyi bakarız. Onu giydiririz, yediririz, hasta olduğunda koşa koşa doktora gideriz. Bedenimize dikkat ederiz, önemseriz, asla ihmal etmeyiz, bakarız ama ya ruhumuz?
Bedenimize asıl güç, kuvvet veren, onu taşıyan, ona can verip hareket ettiren ruhumuzdur.
Beden, ruhun elbisesidir. Bir bina veya yapı düşünelim. Dış görünüşü bakımlı, boyalı, temeli ve içi ise harabeden farkı olmasın o evin dış görünüşü ne kadar güzel olursa olsun en kısa zamanda yıkılır. Ruhumuz gıdasını almayıp bakımlı olmazsa bedenimiz de ne kadar bakımlı olursa olsun çöküşü çok yakın olur.
Ruhumuzun gıdası, maneviyatımız, vicdanımız, ahlakımız, sevinçlerimiz, arzularımız, hazlarımız, keyiflerimiz, düşüncelerimiz, zevklerimiz, gönlümüz vs. Maneviyat denince aklımıza ne geliyorsa ruhumuzun gıdası ve bakımını sağlayıp güç kuvvet bulmasını sağlayan maddelerdir. Bunları ne kadar önemsiyoruz?
Maalesef bu soruya hepimiz genelde cevap veremiyoruz veya “Bunu hiç düşünmemiştim.” diyoruz. Belki içimizde zevklerimiz ve keyiflerimize düşkün olanlar vardır mutlaka. Bu zevkler, düşünceler, hayaller ve keyifler bizi nasıl bir hayata sürüklüyor?
Ahlaki değerlere, insanca yaşamaya, sosyal hayatta kul hakkına riayet edip paylaşım ve kimsenin gönlünü kırmadan yaşadığımız bir hayata mı yoksa sadece kendi menfaatlerimiz ve çıkarlarımıza mı götürüyor? Ruhumuzu ve maneviyatımızın unsurlarını bu tarzda hiç düşünmedik.
Ruhumuz, evet, ruhumuz. İhmal ederek unuttuğumuz ruhumuz. Kendisinden hiç haberimiz olmayan, sadece beden olarak gördüğümüz ruhumuz. Yani kendimizi sadece bedenden ibaret sayıyoruz.
Göz, kulak, el ayak, vücut, Yunus Emre’nin dediği gibi “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.” sadece bir et ve kemik yönü olan bedenimizi görüyoruz. Halbuki o bedeni taşıyan, canlandıran ruhumuzdur. Gözümüz ruhumuzla görür, aklımız ruhumuzla düşünür, kulağımız ruhumuzla duyar, kalbimiz ruhumuzla vicdan sahibi olur.
Şimdi sosyal hayata bir baktığımızda, birbirimize karşı tahammülsüzlükler, birbirimize karşı şiddetler, birbirimize karşı vicdansızlıklarımız, birbirimizi aldatmalarımız, kendi içimize çekilmemiz hep kendimizi unutmamızdan kaynaklanmaktadır.
Ahmet Hamdi Tanpınar ne güzel söylemiş: “Öyle insanlar var ki bir ömür boyu kendileriyle yaşarlar ama hiç kendileriyle karşılaşmazlar.”
İnsan maddi hazların, zevklerin ve hayallerin peşine düştükçe sadece bedenine odaklanıyor. Manevi yönü ruhunu ihmal ederek unutuyor, göz ardı ediyor. Ruhunu unutan kimse mutsuzlaşır. Kişi ne kadar mutsuz olursa o kadar kendi içine döner yani bencilleşir, yalnızlaşır ve ben merkezli bir hayat yaşar.
Halbuki insan sosyal bir varlıktır. “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık.” (Hucurât 49/13) ayetindeki tanışmaktan maksat, insanların birbiriyle ilişkiler kurmak, birbiriyle toplum içerisinde sosyalleşerek yaşamak anlaşılmaktadır.
İşte bu yüzden insan ne kadar insanlar içinde olursa ne kadar insanlarla paylaşım, birlik ve beraberlik içerisinde olursa ahlaki değerler, vicdan sahibi olursa o kadar kendine yani ruhuna manevi değerlerine dönüşüm sağlar. Ruhunu o kadar besler ve huzuru, mutluluğu bulur. Bedenine baktığı gibi ruhunu da beslemiş olur.
Kısa ve öz olarak hayatımızı sadece madde, mal, mülk, makam, mevki ve şöhret olarak görmek değil manevi değerler, dostluk, arkadaşlık, gönül zenginliği, gönül güzelliği olarak gördüğümüz zaman manevi yönümüz ruhumuz yani kendimizi önemsemiş oluruz, ihmal etmemiş oluruz. Böylece ruhumuza bakmış olmakla hem kendimize hem de bedenimize itina ile bakıp beden ve ruhu bütünleştirerek maddi ve maneviyatlarımızı ihmal etmeden gerekli bakımını yaparak dengeyi kurmuş oluruz.
Öyleyse gelin, birçok önemsemediğimiz, ilgi duymadığımız ya da ötelediğimiz şeyler içerisinde de kendimiz olmasın. Kendimizi iyilikle, güzellikle hem maddi hem manevi yönlerimizi geliştirelim. Her şey gönlünüzce olsun.
Mesut AKDAĞ
Yorum Yaz