– Büyük Fetih Küçük Fetih –
– Bir Mabedin İhyası, Fatih ve Ayasofya –
İstanbul’un fethinden önceki günlerde makus talihinin son demlerini geçiren Ayasofya mabedi adeta yapayalnız, yetim, bakımsız, sahipsiz ve Ortodoksların gözünde değer ve nezahetini kaybetmiş, sonuçta ıssız ve yaralı bir kutsal mekan hüviyetine bürünmüştü.
Fetih’ten hemen sonra yapılan meşhur bir Fransız gravüründen ve Fatih’in tarihçisi Tursun (Beğ) Bey’in söylediklerinden anlıyoruz ki, yalnız Ayasofya değil, sur içi İstanbul’un geneli de o günlerde büyük ölçüde viraneye dönmüştü. Kostantiniyye için de tıpkı Bizans için olduğu gibi çanlar çalıyordu. Ve dahi şehrin kendisi gibi Ayasofya da diriltici bir nefes bekliyordu.
Genç Fatih, surların dışında Fethin manevi mimarı olan Şeyhi Akşemseddin ‘den fetih saatinin müjdesini bekliyordu sabırsızlıkla. O buhranlı anlarda söylemişti işte “Ya Kostantiniyye beni alacak, ya ben Kostantiniyye’yi” sözünü. Merhum Halil İnalcık’ın dediği gibi, İstanbul’un fethi, aynı zamanda saltanatın da fethi olacaktı çünkü…
Aylar süren kuşatma neticesinde 29 Mayıs 1453 Salı günü Fetih gerçekleşmiş, Fatih Sultan Mehmet saygıyla içerisine girdiği Ayasofya’da ‘Secde-i Şükran’a kapanıp, iki rekat şükür namazı kılmıştır. İstanbul gibi Ayasofya da Fetih’ten sonra Müslümanların şifalı ellerinde yeniden hayat bulacaktı. Özet olarak, “Fatih Bizans’ı yıkmış ama İstanbul’u kurtarmıştı” Sonrasını Tursun Bey bugünkü dille şöyle yazmıştır :
“Cihan Padişahı kubbenin iç yüzündeki şaşkınlık verici sanatları ve resimleri seyrettikten sonra yuvarlak dış yüzüne çıktı. Hz. İsa’nın göğün dördüncü katına yükselmesi gibi yükseldi. Katları arasındaki duvarlarının üstlerinden deniz gibi dalgalı zeminini seyrederek kubbe üzerine çıktı.”
O gün genç Fatih hızını alamayarak Ayasofya’nın kubbesine kadar tırmanmış ve etrafında 360 derece dolaşarak, fethini Yüce Peygamber’inin emrettiği bu kutlu şehrin deruni manasını düşünerek bu “tepe”den doyasıya seyretmiş, ardından da “İstanbul çok güzel bir kızmış fakat ne yazık ki bakımsız kalmış, ümmet-i Muhammed’in elinin ona değmediği buradan belli” sözleri dudaklarından tarihin hafızasına inciler misali dökülmüştür.
Ayasofya Gravürü, 1800’lü yıllar
Genç Sultan Mehmet’in bu derin koruma bilincini henüz 21 yaşındayken kazanmış olması da son derece dikkat çekici bir noktadır. Komutanlığı, erişilmez devlet adamlığı becerisi, kendisini yeniden doğuran dehası, bükülmez azmi, yılmaz iradesi, o tarihe kadar Doğudan veya Batıdan bütün akınlara başarıyla karşı koyan Kostantiniyyeyi fethetme yolunda gayret göstermesi kuşkusuz ayrı ayrı meziyetlerdir ve bunların bir insanda bulunması o insanı ölümsüz kılmaya fazlasıyla yeter.
Fatih Sultan Mehmed’in Efendimiz (s.a.s) tarafından dokuz asır önce fethi müjdelenmiş olan bu kutlu şehre bakarken onun fethini yatay değil, daima dikey boyutta müşahede etmesi ve onda bugün gözden kaybettiğimiz birçok manevi değeri ustaca avlayabilmesi hayret damarları kurumamış bir toplumun hayranlığını çekebilirdi ancak.
Fethettiği şehrin ve çevresinin içerisine düştüğü harabiyetinden dolayı Fatih Sultan Mehmed’in şehircilik kavrayışı, koruma bilinci, yeni alınan Kostantiniyye ‘de imar, inşa ve tamir faaliyetlerine derhal başlanması emrini vermesi, evlerin ve surların tamirine girişilmesi, Sultanın bir an önce şehre Belgrad ormanlarından temiz ve akar su getirilmesi yolundaki buyrukları, Ayasofya’yı nicedir zihninde ve kalbinde sahiplendiğini, aklın örsünde ruhun çekiciyle ağır ağır dövdüğünü gösteren alametlerdir. 1
Fetih sonrası şehre Kadı olarak atadığı ve aynı zamanda “ilk Belediye Başkanı” (şehremini) diyebileceğimiz Nasreddin Hocanın torunlarından Sivrihisarlı HIZIRBEY ÇELEBİ, zamanın büyük bir âlimi ve şairi olması da fetih günlerinden altın bir çelenk halinde önümüze düşmektedir.
Molla Yegân’ın talebesi ve damadı olan Hızır Bey Çelebi, İstanbul’un fethinde Fatih’in yanında, Peygamber Efendimiz ‘in (s.a.v) methiyelerine mazhar olmuş, İstanbul’un ilk kadısı olarak Ayasofya’nın kıblesini tayin etmiş, yıkık ve harap olan şehrin imarını üstlenmiştir. 86 yıl sonra ibadete açılan Ayasofya’nın vakfiyesinde onun mührü vardır. Allah cümlesinden razı olsun.*
Fetihten sonra Camiye dönüştürülen Ayasofya, nicedir suya hasret kalmış bir bitkinin kana kana su içtiğinde kendine gelmesi gibi fetihle beraber dirildi ve yeni sahibinin elinde cami hiyerarşisinin zirvesine çıkarıldı. Ona “Ulu Cami” statüsü verildi. Asırlar boyu protokolde daima ilk sırayı işgal etti. Ayasofya için fetih bir son değil yeni bir başlangıçtı. Tüm Osmanlı dönemi boyunca da sadece bir ganimet gibi görülmedi, bir gözbebeği olarak el üstünde tutuldu.
Asıl büyük fetih hoşgörü ve adaleti tesis edip gönülleri fethetmektir. Fetih sadece kuvvetle ve silahla kazanılan askeri bir zaferden ibaret değildir, onun ruhuyla, maneviyatıyla ve felsefesiyle kalıcı bir fetih gerçekleşir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden önce, ilmin, irşadın kucağına sığınmıştı. Ülkelerin fethi bu irşadın aleme yayması için sadece vasıta idi. İşte harabeye yüz tutan İstanbul’u ve onun incisi Ayasofya’yı “güzel Komutan” Fatih ve “güzel askerleri” ihya edecek, adeta onu asıl, fetihten sonra adım adım, köşe bucak defalarca fethedeceklerdi. Yeniden Fetih de diyebiliriz buna, Nurettin Topçu’nun dediği gibi “Büyük Fetih” de..
Fatih’e Göre “Cihad-ı Ekber”in Anlamı – Büyük Fetih Küçük Fetih
Fethin üzerinden daha birkaç gün geçmiş geçmemiştir ki, 1 Haziran 1453 günü yapılan bir istişare toplantısında bizzat Fatih’in emriyle Pantokrator Manastırının papaz odalarında Molla Zeyrek’in yönetiminde ilk eğitim faaliyetinin başlamış olması da Sultanın İstanbul’a deruni bakışını ifade eden pırıltılı hamlelerden biridir.
Fetih’ten 10 yıl kadar sonra Sahn-ı Seman Medreseleri, yani sekiz öğretim kademesinden oluşan Fatih Medreseleri inşa edilir. Medresenin Türkçe vakfiyesinde çarpıcı birkaç satırla karşılaştığımızda ne yalan söyleyelim, sultanın eriştiği bilinç seviyesi karşısında yine hayretler içerisinde kalıyoruz. Vakfiyede şunları söylüyordu büyük Fatih:
“Ve 867 senesinde şükran li hazihi’n-ni’âm cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere müracaat…”
İstanbul’un Fethini “küçük cihad” (cihâd-ı asgar), medreseyi hizmete açışını ise “büyük cihat” (cihâd-ı ekber) olarak gören bir Fatih vardır karşımızda… Mekanın fethinden ziyade gönüllerin fethine büyük cihad diyen bir anlayış. Düşünün, İstanbul’un fethi bile onun gözünde bir medrese yaptırmanın, yani ilim tahsilinin, âlemi, kendini ve Rabbini tanıma cehdinin yanında “küçük cihat” imiş!
İstanbul’daki ilk büyük medresenin açılışına bu sarsıcı değeri yüklemesi Fatih Sultan Mehmed’in vizyonundaki enginliğe ve ileri görüşlülüğe olduğu kadar ilmin ve irfanın Osmanlı fikriyatında işgal ettiği rakipsiz konuma da delalet etmez mi? 1
Osmanlı’nın külliye anlayışı gereği Ayasofya’nın çevresinde düzenlemeler yapılarak Sübyan Mektebi, Hünkar Kasrı, imarethane, aş-evi ve şadırvan eklenmiştir. Özellikle cami içinde yaptırılan kütüphanenin ayrı bir önemi vardır. Sultan 1. Mahmut’un dört bin cilt eserle büyük katkı yaptığı kütüphanede çok değerli yazma eserler de bulunmaktadır. Ayasofya’ya yapılan katkılardan biri de, Kütüphane kapısında bulunan ve kendi dönemi için bir baş eser niteliğinde, “Ya Fettah” yazılı tokmakları ise bir geleneğin en estetik yansımaları arasındadır.
Kütüphanenin kıymetli eserleri arasında Hazreti Osman’ın Mushaf’ı ve Hazreti Ali’nin eliyle yazdığı Kur’an da vardır. Kütüphane kapıları “Ya Fettah” yazan kapı tokmaklarıyla dikkat çekmekte ve direkt caminin içine açılmaktadır. Bu haliyle kütüphane, Ayasofya’da ilmin de var olması gerektiğinin altını çizmektedir.2
Tarihin En Uzun Şiiri :
Bugün üzerinde uzun uzun konuştuğumuz sürdürülebilirlik ilkesiyle Ayasofya’ya ilk anda zarar verilmesine müsaade etmeyip sonrası için de vakıf mekanizmasıyla bugüne değin gelmesini sağlamak, onu nesiller boyunca bizlere kadar iletebilmek hep Fatih’in emeği. Bu çerçevede kurulan Ayasofya vakfı, yapının Osmanlı devrinde bir kurum bir müessese haline dönüşmesini sağlamış.
Ayasofya gibi dünya tarihine mâl olmuş bir yapıyı yüzyıllardır çeşitli konuların uzmanları çok farklı yönlerden inceledi. Sadece birkaç tanesini ansak bile etkileyici bir liste ortaya çıkar. Jeologlar taşlarını, speleologlar altyapıların içlerini, deprem uzmanları yer hareketlerine yanıtlarını, dendrokronologlar ahşap aksamının geçmişini incelediler ve incelemeye devam ediyorlar.3
***
Faydalanılan Kaynaklar:
1- Ayasofya Entrikaları, Kapı Yay. 2017 – sh.87,95
Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l-Feth, Haz.: A. Mertol Tulum, İstanbul Fetih Cem. Neşr. İstanbul 1977, sh.63
2- Ayasofya’nın Gizli Tarihi, Beyaz Baykuş Yay. 2016
3– Tarihin En Uzun Şiiri Ayasofya, Timaş Yay. 2020
* Sadık Anılır – 2020
Derleyen – MS
The Hagia Sophia Grand Mosque
TEBRİK EDER BAŞARILARININ DEVAMINI DİLERİM SELAMLAR